Numan Emre ERGİN – Muhasebe News https://www.muhasebenews.com Muhasebe News Thu, 11 Nov 2021 13:33:24 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.3.3 Sosyal medya kazançlarının vergilendirilmesinde yeni dönem ve sorunlar https://www.muhasebenews.com/sosyal-medya-kazanclarinin-vergilendirilmesinde-yeni-donem-ve-sorunlar/ https://www.muhasebenews.com/sosyal-medya-kazanclarinin-vergilendirilmesinde-yeni-donem-ve-sorunlar/#respond Thu, 11 Nov 2021 05:30:46 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=117422

Dr. Numan Emre ERGİN
Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı
n.emre.ergin@hotmail.com


25 Ekim 2021 Pazartesi

7338 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun geçen hafta Meclis’te kabul edildi ve Cumhurbaşkanı’nın onayı sonrasında Resmî Gazete’de yayımlanması beklenmektedir. Söz konusu Kanun bir torba yasa olmakla birlikte, diğer torba yasalardan farklı olarak sadece vergi kanunlarında düzenlemeler içermekte olup Gelir İdaresi Başkanlığı da (GİB) Kanundaki düzenlemelerin bir kısmına ilişkin etki analizi yapmıştır.

7338 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemelerin önemli bir bölümünün mükellefler ile İdare arasında devam eden ihtilafların gelecekte yaşanmamasını sağlamaya dönük olduğunu görmekteyiz. Bu düzenlemelerden bir tanesi de sosyal medya üzerinden gelir elde edenler ile akıllı cihazlar için uygulama (aplikasyon) üretenlere getirilen istisnadır. Maliye İdaresi bu gelirlerin ticari kazanç olduğu yönünde özelgeler vermekte, mükellefler nezdinde yapılan vergi incelemelerinde de bu yönde eleştiriler yapılarak geçmişe dönük tarhiyatlar yapılmakta ve mükellefiyetler tesis edilmekteydi. Bu eleştiriler nedeniyle vergi yargısında açılan çok sayıda davanın önemli bir kısmı mükellefler lehine sonuçlanmaya başlamıştı.

GİB, 7338 sayılı Kanun’a ilişkin Etki Analizi Raporunda konuya ilişkin şu tespitlere yer vermiştir. 2020 yılında yaklaşık 20 bin kişi bu platformlardan gelir elde etmiş, 100 bin TL’yi aşan gelir elde eden 975 kişi hakkında 2020 yılında incelemeler başlatılmış, 837 inceleme tamamlanmıştır. Bu incelemelerde yaklaşık 405 milyon TL matrah farkı tespit edilmiş ve 72 milyon TL vergi tarhiyatı yapılmıştır. 2018 ve 2019 yıllarında ise sosyal medyadan gelir elde eden 582 mükellef denetlenmiş olup, 42,l milyon TL gelir vergisi matrahı ile 40 milyon TL KDV matrahının beyan edilmesi sağlanmıştır. 2018, 2019 ve 2020 yıllarında yapılan bu çalışmalarda, sadece bir sosyal medya platformu işleticisi üzerinden ortalama 14 bin kişinin yaklaşık 4 milyar TL hasılat elde ettiği görülmüştür. Belirtilen 4 milyar TL hazılat üzerinden yola çıkarsak %15 oranında stopaj ile en az 600 milyon TL’lik bir gelir elde edilmesinin beklendiği söylenebilir.

Yazımızın altyapısını bu şekilde hazırladıktan sonra, 7338 sayılı Kanun ile Gelir Vergisi Kanunu’na eklenen 20/B maddesinde yapılan düzenlemeye göz atalım. Yapılan düzenleme uyarınca, internet ortamındaki sosyal ağ sağlayıcıları üzerinden metin, görüntü, ses, video gibi içerikler paylaşan sosyal içerik üreticilerinin bu faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar ile akıllı telefon veya tablet gibi mobil cihazlar için uygulama geliştirenlerin elektronik uygulama paylaşım ve satış platformları üzerinden elde ettikleri kazançlar 1.1.2022 tarihinden itibaren gelir vergisinden istisna olacaktır. Ayrıca başka faaliyetlerden kaynaklanan kazanç ya da iratların bulunması istisnadan faydalanılmasına engel olmayacaktır.

Bu istisnadan yararlanabilmenin iki şartı bulunmaktadır.

1- Türkiye’de kurulu bankalarda bir hesap açılması ve bu faaliyetlere ilişkin tüm hasılatın münhasıran bu hesap aracılığıyla tahsil edilmesi ve

2- Söz konusu kazançların toplamının Gelir Vergisi Kanunu (GVK)’nun 103’süncü maddesinde yazılı tarifenin dördüncü gelir diliminde yer alan tutarı (2021 yılı için 650 bin TL) aşmaması.

İstisnaya ilişkin şartların taşınmadığının tespit edilmesi halinde eksik tahakkuk etmiş olan vergi, vergi ziyaı cezası (ziyaa uğratılan vergi tutarı kadardır) kesilmek suretiyle gecikme faiziyle birlikte tahsil olunacaktır.

Yukarıdaki iki şartı birlikte sağlamayanlar istisnadan yararlanamayacaklardır; ancak istisnadan yararlanamayan bu kişilerin GVK md. 94 kapsamında tevkifat yapma yükümlülükleri olmayacaktır. Diğer bir ifadeyle, istisnadan faydalanamayanlar stopaja tabi mal/hizmet satın aldıklarında stopaj yapmayacaklardır.

Bankalar, bu kapsamda açılan hesaplara aktarılan hasılat tutarı üzerinden, aktarım tarihi itibarıyla %15 oranında gelir vergisi tevkifatı yapmak ve GVK’nın 98 ve 119’uncu maddelerindeki esaslar çerçevesinde beyan edip ödemekle yükümlüdür. Bu tutar üzerinden GVK’nın 94’üncü madde kapsamında ayrıca tevkifat yapılmayacaktır. Cumhurbaşkanı, stopaj oranını her bir faaliyet türü için ayrı ayrı sıfıra kadar indirmeye, bir katına kadar artırmak suretiyle yeniden tespit etmeye yetkilidir. Görüldüğü üzere, Kanun sosyal medya kazançlarını gelir vergisinden istisna etmekle birlikte tamamen vergi dışı bırakmamış ve stopaj yoluyla vergilendirme yolunu seçmiştir. Bu yöntem söz konusu kazançların pratik ve kolayca vergilendirilmesi, kazanç sahipleri açısından belirlilik sağlaması, en önemlisi de söz konusu kişilerin kayıtdışı gelir elde etmelerinin önüne geçilmesi açısından önemlidir.

7338 sayılı Kanun ile sosyal medya gelirlerine ilişkin KDV Kanunu’nda da değişiklik yapılarak istisna getirilmiştir. Yapılan düzenleme ile KDV Kanunu’nun 17/4.a maddesine “aynı Kanunun (GVK’nın) mükerrer 20/B maddesi kapsamında vergilendirilen kazançlara konu teslim ve hizmetler” ibaresi eklenmiştir. Bu düzenleme ile stopaj yoluyla vergilendirilip gelir vergisinden istisna olan kazançlara konu teslim ve hizmetler KDV’den istisna edilmiş olmaktadır.

7338 sayılı Kanun ile sosyal medya aracıığıyla elde edilen kazançların vergilendirilmesinde geleceğe dönük bazı netlikler sağlansa da düzenleme geçmişteki ihtilafları ortadan kaldırma ve kanunda belirtilen sınırın aşılması durumunda nasıl vergileme yapılacağı konusunda sorunlar taşımaktadır. Kanun, istisna sınırının aşılması halinde kazancın (istisna edilen faaliyete ilişkin giderlerin gelirlerden düşülmesi sonrasında kalan net tutarın) nasıl vergilendirileceğini düzenlememiştir. Bu eksiklik söz konusu faaliyetlerden elde edilen kazancın niteliği (serbest meslek kazancı mı yoksa ticari kazanç mı olduğu) konusunu açıkta bırakmaktadır.  Diğer taraftan Kanun Gerekeçesinde “Öte yandan, yapılan düzenlemeyle söz konusu faaliyetlere ilişkin kazancın belirli bir kısmı gelir vergisinden istisna edilse de bu faaliyetlerin ticari faaliyet niteliği değişmemektedir.” ifadesine yer verilmiştir. Eğer istisna edilen bu faaliyetlerin ticari faaliyet, elde edilen kazancın da ticari kazanç olduğu yönünde bir belirleme yapılmak isteniyorsa bunun Kanun metnine açıkça yazılması gerekir. Zira, söz konusu faaliyetler ticari bir organizasyon kurularak  ticari sermayeye dayanan faaliyetler değildir. Bu faaliyetlerde ün, şöhret, mesleki uzmanlık, bilgi birikimi gibi unsurlar daha ön plandadır. Bu nedenle de bu faaliyetlerin ticari faaliyet olarak değerlendirilmesi İdarenin yorumu olup bu yorumun Kanuna gerekçe olarak eklenmesi, mevcut ihtilaflarda İdareye avantaj sağlama gayesini taşımaktadır. Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde Anayasa gereği yasa teklifleri milletvekillerince hazırlandığından ve bakanlıkların eskiden olduğu gibi yasa tasarısı hazırlaması söz konusu olmadığından halihazırdaki birçok yasa teklifi ve gerekçesinin fiiliyatta ilgili bakanlık tarafından kaleme alındıp milletvekilleri aracılığıyla Meclis’e sevk edildiği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, yukarıda yer verdiğim gerekçe aslında Maliye tarafından kaleme alınmış olup İdare, kanun koyucunun ağzından kendisine avantaj yaratmaya çalışmaktadır. Kanun koyucu bu faaliyetlerin gerçekten ticari faaliyet olduğunu düşünüyorsa bunu açıkça kanun metninde düzenlemelidir. Ancak Kanunda bu yönde yapılacak açık bir düzenleme, düzenleme öncesinde söz konusu faaliyetlerin ticari kazanç olmadığını ortaya koyacağından böyle bir düzenleme göze alınmamış ve gerekçeye eklenen ifadeyle tabiri caizse “şark kurnazlığı” yapılmaya çalışılmıştır. Söz konusu faaliyetler bu köşede daha önce de açıkladığım üzere[1] ticari faaliyet olmayıp serbest meslek faaliyetidir. Bu nedenle vergi mahkemelerinin devam eden davalarda bu durumu dikkate almalarını umuyorum.

Düzenlemedeki diğer bir tartışmalı konu, gelir vergisi tarifesinin dördüncü dilimine kadar olan kazanç için istisna uygulanıyorken, sınırın aşılması halinde istisnadan yararlanılmayacak olmasıdır. İstisnadan yararlanılmamasının sonucu; gelir vergisi tarifesine göre artan oranlı vergi ödenmesi, sürekli mükellefiyet tesis edilmesi, defter tutulması, fatura düzenlenmesi, beyanname verilmesi gibi birçok vergisel yükümlülüğün yerine getirilecek olmasıdır. Bu durumda her ne kadar kanun 2022 sonrası için geçerli olsa da, 2021 yılında uygulandığını varsaydığımızda 650 bin TL gelir elde eden 97.500 TL vergi öderken, 650.001 TL gelir elde eden kişi gider olmadığı varsayımıyla istisnadan yararlanamadığı için 212.190 TL vergi ödeyecektir. Bu çarpık düzenleme nedeniyle 1 TL fazla gelir için yaklaşık 115 bin TL daha fazla vergi ödenirken, bir çok vergisel yükümlülük de beraberinde gelmektedir. Bu durum açıkça Anayasa’nın mali güce göre vergilendirme ilkesine aykırıdır.

Bu düzenlemede GVK’nın 18. maddesinde düzenlenen telif kazançları istisnasından esinlenildiği gözükmektedir. Söz konusu düzenlemede de gelir vergisi tarifesinin dördüncü dilimini aşan kazanç istisna kapsamı dışında tutulmuştu. Söz konusu düzenlemenin de Anayasa’ya aykırı olduğunu daha önceki yazımda[2] dile getirmiştim. Söz, telif kazançları istisnasına gelmişken 7338 sayılı Kanun ile getirilen bu düzenlemeye gerek olmadığını da belirtmek istiyorum. Zira düzenleme kapsamında elde edilen kazançlar zaten serbest meslek kazancı olduğundan sınırı aşmayan tutarlar da telif kazançları istisnasından yararlandırılabilirdi. Ancak, İdare bu kazançları ticari kazanç olarak değerlendirdiğinden GVK md. 18’deki istisna kapsamına sokmuyordu. Bu nedenle de kendi yorumuyla tutarlı olacak ve yukarıda açıkladığım gerekçeyle ayrı bir istisna maddesi olarak düzenleme yapıldı. Böyle bir kanuni düzenleme yapmak yerine İdarenin yorumunu değiştirmesi zaten bütün problemleri ortadan kaldıracaktı…

7338 sayılı Kanunun KDV’ye ilişkin düzenlemesi de uygulamada sorunlara yol açacak şekildedir. Düzenleme ile gelir vergisinden istisna edilen kazanca konu teslimler KDV’den istisna edilmiştir. Dolayısıyla, istisna sınırına kadar olan teslimler için KDV hesaplanmayacak, bu tutarı aşan kısımdan sonra KDV hesaplanmaya başlayacaktır. 2022 yılı için istisna sınırının 700 bin TL olduğunu varsayalım. En son teslimi ile 690 bin TL gelir elde eden kişinin bir sonraki teslimi 30 bin TL olursa bu tek bir teslime istisna nasıl uygulanacaktır? Yapılan teslimin tekbir bedeli olup bölünmeyecek tutardadır. Bu durumda gelirin 10 bin TL’lik kısmına KDV uygulanmayıp kalan 20 bin TL’si üzerinden mi KDV hesaplanacaktır? Çıkarılacak Tebliğde bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Bu arada, gelirin istisnayı aşması halinde KDV’ye isabet eden tutar büyük ihtimalle içyüzde yöntemiyle gelirden ayrıştırılacağından KDV’nin gelir sahipleri üzerinde yük olarak kalması söz konusu olacaktır.

İstisnanın ülkemizde son zamanlarda önemli bir pazar olarak gelişen çevrimiçi oyun (online gaming) sektörünü ilgilendiren kısmı da bulunmaktadır. Söz konusu oyunların önemli bir kısmı akıllı telefon ve tabletlerde uygulama olarak kullanıcılara sunulmaktadır. Bu oyunlardan da çeşitli şekillerde gelirler elde edilmektedir. Bu gelirlerin istisna karşısındaki durumunun, bu oyunların arayüzünün Google gibi mecralara kiraya verilmesi sonucu elde edilen adsense gelirlerinin, bu oyunların web üzerinden de oynanabildiği durumlarda istisnadan yararlanılıp yararlanılamayacağının detaylıca açıklanması gerekir. Düzenlemeye ilişkin Tebliğin çevrimiçi (online) dünyanın detaylarına hakim uzman kişilerin görüşleri alınarak hazırlanması gelecekteki muhtemel ihtilafları da önleyecektir. Umarım Maliye bürokrasisi bu konudaki tavsiyemize kulak kabartır.

Sözlerimi düzenlemeye ilişkin bir öneriyle bitirmek istiyorum. Sosyal medyadan gelir elde edenler herkes gibi vergilendirilmelidir. Ancak bu yapılırken İdarenin geçmişteki tartışmalı (kanaatimce hatalı) yorumu kanun gerekçesi yoluyla zımnen dayatılmamalıdır. Yukarıda belirttiğim üzere, söz konusu düzenlemeye zaten gerek yoktu, İdare görüşünü mahkeme kararları doğrultusunda değiştirip uygulamayı değiştirseydi sorunlar zaten çözülecekti; ama yasal düzenleme yapılarak çözüm üretilmeye çalışıldı. (Bu eleştiriyi 7338 sayılı Kanundaki birçok düzenleme için yapmak mümkündür.) Ehven-i şer olarak, yapılan düzenlemede yeni ihtilaflara yol açacak istisnaya ilişkin sınırın kaldırılması, stopaj oranının %20-25 olarak belirlenmesi ile daha hakkaniyetli bir çözüm sağlanabileceğini düşünüyorum.

Sözün özü: Kaş yaparken göz çıkarma.


Kaynak: Dr. Numan Emre ERGİN, Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı. İçerik, Sayın Numan Emre ERGİN’in Dunya.com’daki Perspektif isimi köşesinden Yazarın ve Dunya.com’un sahibi olan şirketin özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hakları ve sorumluluğu yazara ve Dunya.com’a aittir.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


YAZARIN DİĞER YAZILARI

Vergi paketinde neler var?
Şirket birleşme ve satın almalarında damga vergisi (20.09.2021)
Yeniden değerlemede mükellefin hakkı kısıtlanıyor mu? (14.09.2021)
Emlak vergisinde dava açma için yarın (7 Eylül) son gün! (6.9.2021)
Matrah artırımında Maliye’den mükellefe oran çelmesi (31.8.2021)
Yangın, sel ve vergi (23.08.2021)
Uluslararası vergilendirmede kartlar yeniden dağıtılıyor (02.08.2021)
Maliye gerçek (gizli) ortakların peşinde (26.07.2021)
Aftan yararlanma zımnen kabul müdür? (12.07.2021)
Kentsel dönüşümde tapu harcı bilmecesine son! (06.07.2021)
Karşı vekalet ücreti BSMV’ye tabi midir? (21.06.2021)
Matrah artıran mükellefler dokunulmaz mı? (14.06.2021)
Finansman gider kısıtlamasında son durum ve sorunlar (31.05.2021)
Af, yeniden! (24.05.2021)
Evde ürettiği malları internetten satanlara vergi muafiyeti (17.05.2021)
Çek ibraz ve alkol yasağı, MASAK’ın kripto düzenlemesi ile sosyal ağ temsilcisi (03.05.2021)
Özel iletişim vergisi gider yazılabilir mi? (26.04.2021)
Merkez Bankası’nın kripto düzenlemesi: Yassak hemşerim! (19.04.2021)
Avukatların KDV ile imtihanı (12.04.2021)
Maliye ölümü gösterdi, sıtmaya razı etti (05.04.2021)
Finansman gider kısıtlamasında detaylar netleşiyor, ama…(01.04.2021)
Hukuk ve ekonomi reformu paketlerinde vergi (22.03.2021)
Beyaz yakalılar: Gelir vergisi beyannamesini unutmayın! (15.03.2021)
Kar Dağıtmama Stopajı (08.03.2021)
Tevkif edin şu KaDeVe’yi! (01.03.2021)
İzaha davete özel esaslara alma yetkisi (23.02.2021)
Sosyal medya fenomenlerinin ve Youtuberların vergilendirilmesi (15.02.2021)
İnşaat sektörüne ve yabancı kaynak kullananlara vergi sürprizi (08.02.2021)
İletişime bindirim, kentsel dönüşüme indirim (01.02.2021)
Sorularla Değerli Konut Vergisi (28.01.2021)
Matrah artırımı taksitleri ödenmezse vergi dokunulmazlığı kalkar mı? (12.01.2021)
Sermaye kaybı ve borca batıklığa ilişkin yeni düzenlemeler (04.01.2021)
Pandemi, gelir dağılımındaki bozulma ve dayanışma vergisi (28.12.2020)
Asgari ücretin vergiden istisna edilmesi çözüm mü? (21.12.2020)
Hukukçular hukuk reformuna inanıyor mu? (15.12.2020)
Vergide uzlaşma müessesi ve yapılandırmadaki uzlaşma haksızlığı (10.12.2020)
İştirak tasfiye zararının vergisel sonuçları nedir? (7.12.2020)
Tasfiye payı nedir? Nasıl vergilendirilir? (30.11.2020)
Devlet mükellefe faiz öder mi? (23.11.2020)
10 soruda 7256 Sayılı Kanun kapsamında yapılandırma (18.11.2020)
Fabrika ayarlarına dönüş: Ekonomik ve hukuki reform, acı reçete (16.11.2020)
Sosyal medya şirketlerine kesilen cezalar ve vergi (09.11.2020)
Hisse geri alımlarının vergilendirilmesine ilişkin tartışmalar ve önerimiz (07.11.2020)
Şirketin kendi hisselerini geri satın alması kâr dağıtımı mıdır? (2) (27.10.2020)
Şirketin kendi hisselerini geri satın alması kâr dağıtımı mıdır? (1) (26.10.2020)
Torba yasa Meclis’te, yapılandırma nerede? (19.10.2020)
Yatırımcının yeni kamburu: Ek mali yükümlülük (12.10.2020)
Taşınmaz kirası mı, işletme hakkı kirası mı? (6.10.2020)
Zaman aşımına uğrayan kâr paylarının vergilendirilmesinde mükerrerlik var mı? (28.09.2020)
Online reklam hizmetlerinde stopaj bilmecesi (22.09.2020)
Hukuk belirsizlik kaldırmaz (16.09.2020)
Maliye, yurt dışında parası olanların peşinde, ya gurbetçiler? (14.09.2020)
Vergiye uyumlu mükellefler cezalandırılıyor mu? (07.09.2020)
Binek otomobilde ÖTV artışı, özel okul ücretlerinde KDV indirimi (02.09.2020)
Transfer fiyatlandırması raporlamasında yeni dönem (31.08.2020)
KDV ve iş yeri kira stopaj oranı indiriminde son durum (27.08.2020)
İkinci el motorlu taşıt satışında yeni dönem (24.08.2020)
Maliyeden bayram hediyesi: KDV ve stopaj indirimi, ama kime? (21.08.2020)
Ar-Ge teşviğinde vergi indirimi kısıtlanıyor mu (17.08.2020)
Spor kulüplerinin yeni sporcu sözleşmelerindeki vergisel riski  (10.08.2020)
Uçtu uçtu altın uçtu! Ya vergisi? (07.08.2020)
Anayasa Mahkemesi’nin VTR kararı (30.7.2020)
Erken seçim, aday tartışmaları ve cumhurbaşkanı seçimindeki Anayasal boşluk
(27.7.2020)
Yurt dışındaki taşınmaz ve iştirak satışları vergiden istisna mı? (25.7.2020)
Gayrimenkul ve iştirak satış kazancı istisnası – 3 (22.7.2020)
Gayrimenkul ve iştirak satış kazancı istisnası – 2 (17.7.2020)
Mali yapıyı güçlendirmede vergisel bir teşvik: gayrimenkul ve iştirak satış kazancı istisnası (16.7.2020)
Sezonluk ev kiralayanlar: Vergi sürpriziyle karşılaşmayın! (13.7.2020)
Pandemi, maliye politikası ve vergi barışı
Şirket kuruluşunda sicilde imza zorunluluğu değiştirilmelidir.
Köprüden önce son çıkış: Varlık Barışı
Kamu özel iş birliğine şeffaf bir alternatif: Altyapı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı
Gayrimenkul yatırımında avantajlı bir yöntem: Gayrimenkul Yatırım Fonu
Gayrimenkulde rant vergisi
Gayrimenkul piyasası hareketleniyor ama vergiye dikkat!
KVKK kararlarının yargı denetimi
Kişisel verilerin korunması ve ateş ölçümü
İnternetten otomobil satanların dikkatine
Makam aracı sadece özel sektörde mi ücrettir?
Makam aracı ücret midir?
Şirket araçlarına vergi ayarı
ABD’nin dijital hizmet vergisi misillemesi ve Türkiye
Sanat ve icat vergisi
Altın: Elma dersem çık, armut dersem çıkma!
]]>
https://www.muhasebenews.com/sosyal-medya-kazanclarinin-vergilendirilmesinde-yeni-donem-ve-sorunlar/feed/ 0
Anayasa Mahkemesi’nin VTR kararı https://www.muhasebenews.com/anayasa-mahkemesinin-vtr-karari/ https://www.muhasebenews.com/anayasa-mahkemesinin-vtr-karari/#respond Thu, 30 Jul 2020 07:39:28 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=89933 Değerli okurlar, 4 Mayıs 2020 tarihindeki yazımda, vergi incelemeleri sonrasında düzenlenen Vergi Tekniği Raporları (VTR)’nın mükelleflere tebliğ edilmemesini Danıştay’ın esaslı bir şekil hatası olarak görmeyip savunma hakkını kısıtlamadığı yönündeki içtihadını değerlendirmiştim. Dünkü (29.07.2020) Resmi Gazete’de yayımlanan 2016/12198 başvuru numaralı kararı ile Anayasa Mahkemesi (AYM) de benzer bir yönde içtihat tesis etmiştir.

AYM kararını değerlendirmeden önce karara konu olayı kısaca anlatalım. Vergi müfettişleri, bir şirketi inceliyor ve bu şirketin düzenlediği tüm faturaların sahte olduğu sonucuna ulaşıp hakkında rapor düzenliyorlar. Müfettişlerin düzenlediği VTR’ye dayanılarak bu mükelleften mal alan başka bir firmaya sahte belge kullanma raporu düzenleniyor ama VTR bu mükellefe tebliğ edilmiyor. Mükellef, sahte olduğu iddia edilen faturadaki malların yaptığı üretimle ilgili olduğunu söyleyip ödeme belgelerini ibraz ediyor. Bunun üzerine sahte belgeyi “bilmeyerek” kullandığı kabul edilip hakkında bir kat vergi ziyası cezası düzenleniyor. (Raporda “bilerek” kullandığı sonucuna varılsaydı üç kat vergi ziyaı cezası kesilip ayrıca hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulurdu.) Mükellef bu tespit üzerine düzenlenen vergi ceza ihbarnamelerine karşı vergi mahkemesinde dava açıyor. Vergi mahkemesinin sahte belge düzenleyicisine ilişkin VTR’yi İdareden istemesi üzerine İdare VTR’yi mahkemeye sunuyor. Mahkeme VTR’deki hususları değerlendirip, rapordaki tespitleri yerinde ve yeterli görüp raporun kendisine sunulmasından 3 gün sonra sahte belge kullanıldığı yönünde karar veriyor. Başvurucu da bu karar üzerine Bölge İdare Mahkemesinde (BİM) istinafa gidiyor. İstinaf dilekçesinde VTR’nin kendisine gösterilmediğini söylüyor ama vergi mahkemesinin VTR’ye ilişkin değerlendirmeleri konusunda bir şey demiyor. BİM vergi mahkemesi kararını onuyor. Bu arada, AYM kararından hakkında sahte belge düzenlenen şirketin de vergi mahkemesinde dava açtığını ve kazandığını (karar Danıştay’da onaylanmış) öğreniyoruz. Söz konusu kararın VTR’nin düzenleyici şirkete tebliğ edilmemesinin savunma hakkını ihlal ettiği gerekçesine dayandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, sahte belge düzenlediği iddia edilen ceza almamış ama sahte belge kullandığı iddia edilen ceza almış bulunmaktadır. Kaderin (yargının) cilvesi… (Bu arada VTR’deki tespitlerin bir sahte belge düzenleme organizasyonu kokusu içerdiğini söyleyebilirim ama bu şüphenin somut olarak ortaya konması ve yargının kesin ve adil denetiminden geçmesi gerektiği muhakkaktır. Bu şüphemin AYM kararına ilişkin aşağıda yapacağım eleştirileri etkilemediğini de belirteyim.)

AYM, konuyu iki başlıkta incelemiş bulunmaktadır. İlk olarak VTR’nin başvurucuya tebliğ edilmemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesini, dolayısıyla adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini değerlendirmiş bulunmaktadır. AYM, ticari bilgi ve sırları içeren VTR’nin İdare tarafından başvurucuya tebliğ edilmemesinin vergi mahretiyeti bağlamında haklı bir sebebe dayandığını, mükellefin savunma hakkındaki bu kısıtlamayı telafi eden bir imkan tanınıp tanınmadığını irdelemiştir. Kararda, VTR’nin mahkemeye sunulmasından 3 gün sonra kararın açıklandığı ve bu sürede VTR’nin mahkeme kaleminde inceleme imkanının olmadığı tespit edildikten sonra, VTR’deki hususların vergi mahkemesi kararında detaylı bir şekilde işlendiği için rapordaki tespitlerden mükellefin haberdar olduğu ve buradaki tespitlere karşı iddialarını istinaf aşamasında BİM’de ileri sürme imkanına kavuştuğunu, ancak başvurucunun BİM başvurusunda vergi mahkemesindeki iddialarını tekrarlayıp yeni bir şey söylemediğini ifade etmiştir. AYM, adil yargılama hakkının ihlal edilip edilmediğinin yargılamadaki bir eksikliğin yargılama süreci içinde telafi edilip edilmediği ve bunun bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini etkileyip etkilemediğine bağlı olduğunu söylemekte ve olayda her ne kadar VTR mükellefe tebliğ edilmemişse de rapordaki kanaate ulaşılmasını sağlayan tespitler mahkeme kararında işlendiğinden başvurucunun bu olgulardan haberdar olduğu ve bu durumun istinaf aşamasında dile getirilebileceği sebebiyle VTR’nin başvurucuya tebliğ edilmemesinin bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna ulaşmıştır.

Kararda eleştiriye açık birçok husus bulunmaktadır. Öncelikle adil yargılama veya kamu makamları karşısında adil muameleye tabi olma hakkı, sadece yargılama aşaması açısından değerlendirilmemelidir. Mükelleflerin yargıya gitmeden önce de uzlaşma gibi hakları bulunmaktadır ve VTR’deki tespit ve iddiaları görmeden diğer haklarını kullanıp kullanmayacakları konusunda tam bir karar vermeleri mümkün olamamaktadır. Dolayısıyla, VTR’deki iddiaların bilinmesi daha yargılama aşaması başlamadan mükellefin yasal haklarını kullanması için önemlidir.

İkinci olarak, dava konusu olayda her ne kadar istinaf aşaması olsa da, bazı vergi mahkemesi kararları tutar itibariyle düşük oldukları için istinafa gitmeyip ilk derece mahkemesinde kesinleşmektedirler. Dolayısıyla, AYM kararı bu tür davalar için sıkıntı oluşturacak niteliktedir. Karardaki adil yargılanma hakkının “yargılamanın bütünü” dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği tespiti başlı başına problemlidir. Bu hak yargılamanın bütünü aşamasında değil, “yargılamanın her bir aşamasında” dikkate alınmalıdır. Bu gerekçe özellikle ceza yargılamasında telafisi imkansız sonuçlara yol açabilir. Yargılamanın bir aşamasında adil yargılamayı önemli derecede ihlal eden bir kararı/işlemi üst derece mahkemesi tersine çevirse de arada geçen sürede ciddi hak kayıplarının olacağı muhakkaktır. Yargılamanın süresi de dikkate alındığında üst derece mahkeme kararının geciktiği her gün aslında bir hak ihlali yaşanmasına rağmen, “nasıl olsa üst derece mahkemede düzeltilir” şeklinde yerleşecek bir kanaat bu durumun göz ardı edilmesi sonucunu doğuracaktır. Bu gerekçenin kanıksanması, yakın zamanda kamu çalışanlarında sıkça gözlemlediğimiz “ben işlemi yapayım sen git mahkemede düzelt” mantalitesinin ilk derece mahkemesi hakimlerine de yerleşmesine yol açabilecektir.

Üçüncü olarak; kararda VTR’deki tespitlerle vergi mahkemesinde yer alan değerlendirmeleri görememekteyiz, ama kararda mahkemenin VTR’deki tespitlerin mahkeme kararında değerlendirildiği belirtilmektedir. Diğer taraftan mükellef VTR’yi görmeden vergi mahkemesinin VTR’deki bütün hususları inceleyip değerlendirdiğini bilemez. Mahkeme VTR’ye ilişkin değerlendirdiği her konuyu kararına yansıtmamış da olabilir veya VTR’deki herşeyi değerlendirmemiş, bazı konuları gözden kaçırmış olabilir. Dolayısıyla, VTR’deki bütün konuların vergi mahkemesince değerlendirildiği ve bu değerlendirmenin mahkeme kararına yansıdığı, başvurucunun da mahkeme kararını gördüğüne göre VTR’yi de görmüş ve içeriğini bildiği varsayımı fazlasıyla iyi niyetlidir. Günün sonunda, her ne kadar vergi yargısı idari yargı içinde olup idare hukuku kurallarına tabi olsa da ortada vergi cezası olarak bir idari para cezası bulunmaktadır ve yargılamada kabahatler hukuku ve dolayısıyla ceza hukukundaki temel ilkeler de dikkate alınmalıdır. AYM’nin bu gerekçesi, hakkındaki iddiaları tamamıyla öğrenemeyen mükellefin savunmasını layıkıyla yapmasına engeldir.

Dördüncü olarak, kararda mükellefin istinaf başvurusunda vergi mahkemesi kararındaki VTR’ye ilişkin tespit ve değerlendirmelere yer vermediği belirtilmektedir. Vergi yargılamasında re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Yani dava açan veya kanun yoluna giden mükellefin bütün maddi olay ve hukuki savlarını dilekçesinde anlatması kendisinden beklense de bunu yapmaması halinde bu durum kendi aleyhine kullanılamaz. Çünkü vergi hakimi resen araştırma ilkesi uyarınca maddi olayları ve ilgili hukuk kurallarını taraflar dosyaya tam olarak sunmasa da araştırıp bulmak ve uygulamak zorundadır. Ayrıca idare hukuku (dolayısıyla onun parçası olan vergi hukuku), güçlü devlet karşısında bireyi koruyarak gelişen içtihadi bir hukuk dalıdır. Yani, başvurucu vergi mahkemesinin VTR’ye ilişkin değerlendirmelerine ilişkin bir şey söylemese de istinaf mahkemesi hakiminin bu denetimi kendiliğinden yapması gerekir. AYM kararında buna ilişkin bir açıklık yok ama muhtemelen BİM hakimi buna ilişkin bir değerlendirme yapamamış ki AYM kararında yer verilmemiş.

Beşinci olarak, sahte belge düzenlediği iddia edilen şirket açtığı davayı kazanıp aklanırken, yani düzenlenen belgenin mahkeme kararıyla sahte olduğu tespit edilememişken, sahte olduğu iddia edilen belgeyi kullanan mahkum edilmiştir. Bu duruma uygulamada sıkça rastlanmakta olup hakkaniyete aykırı bir sonuç yarattığı şüphesizdir. AYM’nin bu durumu değerlendirmemesi şaşırtıcıdır. Bu tür durumlarda, sahte belge kullanma iddiasıyla karşılaşan vergi mahkemelerinin, düzenleyici raporlarına karşı dava açılıp açılmadığını araştırması ve dava açılması halinde bunu bekletici mesele olarak ele alıp söz konusu dava sonucuna göre karar vermeleri en hakkaniyetli çözüm olacaktır.

Bir mükellef hakkında düzenlenen raporun başka bir mükellefe tebliğ edilmemesi vergi mahremiyeti açısından anlaşılabilir bir durumdur. Ancak VTR’de yapılan tespitlerin bilinmemesi, bu raporlar nedeniyle haklarında tarhiyat yapılan diğer mükellefler nezdinde haksız bir durum yaratmaktadır. Aslında 2011 yılında yayımlanan Vergi Denetim Kurulu Yönetmeliği’nin 57/4. maddesinde bu durum öngörülerek şu şekilde bir düzenleme yapılmıştır. “Sahte belge düzenleme fiili dolayısıyla düzenlenen Vergi Tekniği Raporunun başka bir mükellefin sahte belge kullandığına ilişkin tespitler içermesi durumunda, söz konusu Vergi Tekniği Raporu, sahte belge kullanan mükellef nezdinde düzenlenecek vergi inceleme raporlarına ek yapılmaz. Ancak, sahte belge kullanma fiili nedeniyle düzenlenecek vergi inceleme raporlarında, sahte belge düzenleyicisinin bu fiili işlediğinin tespitine dair Vergi Tekniği Raporunda yer alan bilgi, belge ve değerlendirmelere ayrıntılı olarak yer verilir.” Yönetmelikteki bu açık düzenlemeye rağmen, hazırlanan raporlarda bu düzenlemeye uyulmaması bugün birçok mağduriyete yol açmaktadır. Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı yönetmeliğin bu maddesinin etkili bir şekilde uygulanması için gereğini yapmalıdır.

AYM kararında değerlendirilen ikinci konu ise başvurucunun düzenlenen faturadaki bedeli banka aracılığıyla ödediği halde bu faturalardaki KDV indirimin reddedilmesinin mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğidir. Mahkeme, kararında KDV’nin indirim mekanizmasını açıkladıktan ve vergi idaresinin fatura konusu emtianın gerçekten alınmadığını iddia etmediğini, aksine bu faturaları bilmeden kullanıldığını kabul ettiğini, bu kabulün de fatura içeriğindeki emtianın gerçekten alındığına işaret ettiğini söyledikten sonra, değerlendirilmesi gereken hususun gerçek bir emtia alışverişine dayansa bile sahte fatura ile belgelendirilen alış işlemine ilişkin faturadaki KDV’nin indirim konusu yapılamamasının mükellefe aşırı külfet yükleyip yüklemediği olduğunu belirtmektedir. Yani AYM, işlem gerçek olsa da ödeme yapmış olsa da, Maliye faturadaki KDV’nin indirelemeyeceğini söylediğinde, bu durum mükellefte aşırı bir külfet yaratmıyorsa Anayasal haklar açısından sorun olmadığını demek istemektedir. Faturanın veya işlemin gerçek olup olmadığının tespiti AYM’nin değil vergi yargısının görevi olmakla birlikte; AYM, kararında hem işlemin gerçek olduğu hem de ödemelerin geçerli olduğu tespitini yaptıktan sonra olaya aşırı külfet yükleme nazarından yaklaşması anlaşılabilir gibi değildir. İşlem gerçekse sahte belge nasıl doğmaktadır? Çünkü VUK md. 359/b’de sahte belge, gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge olarak tanımlanmıştır. Yani ortada gerçek bir işlem varsa bu işleme ilişkin fatura sahte olamaz, olsa olsa muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge olabilir, ama dava konusu olayda böyle bir iddia bulunmamaktadır.

Kararda geçen “Üretim işlerinde uğraşan kişilerin ham madde temin ettikleri mükellefleri tanıma ve gerçek durumunu bilme hususunda oldukça avantajlı durumda oldukları açıktır. Başvurucu, basiretli bir tüccar olarak katma değer vergisi indirim sisteminin özelliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle buna göre hareket etme sorumluluğunu ifa etmemiştir.” ifadesi diğer üretici firmaları da sıkıntıya sokacak bir gerekçedir. Zira bu gerekçeye göre, üreticiler mal aldıkları bütün firmaların sahte belge düzenleyicisi olup olmadıklarını (nasıl yapacaklarsa?), ödedikleri KDV’yi Hazineye ödeyip ödemediklerini takip ve kontrol etme mecburiyetiyle karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu durum mükelleflere yerine getiremeyecekleri bir yük yüklemek olup ticari ve fiili olarak da imkansızdır.

Özetle AYM, gerçek bir emtia alışverişine dayansa bile sahte fatura içeriğindeki katma değer vergisinin indirim konusu yapılmasının reddedilmesinin ve başvurucunun devlete ödenmeyen bu katma değer vergisinden sorumlu tutulmasının (başvurucunun fiili ve sorumlulukları gözetildiğinde) başvurucuya aşırı külfet yüklemediği, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.

AYM’nin bu kararı, savunma hakkını kısıtlayan, mantıki tutarsızlıklar içeren, mükellefler açısından uygulanması imkansız yükümlülükler öngören gerekçeler içermesi nedeniyle eleştiriyi fazlasıyla hak etmektedir. Bu konuda elde kalan tek yol Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurudur. Umutlar başka bir sevgiliye bel bağlamıştır…

Sözün özü: “Yargıç doğruluğu bir bağış gibi vermek için değil, doğru olarak karar vermek için bulunuyor orada”. Platon, Sokrates’in Savunması.

 


Kaynak: Dr. Numan Emre ERGİN, Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı. İçerik, Sayın Numan Emre ERGİN’in Dunya.com’daki Perspektif isimi köşesinden Yazarın ve Dunya.com’un sahibi olan şirketin özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hakları ve sorumluluğu yazara ve Dunya.com’a aittir.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


YAZARIN DİĞER YAZILARI

 

Erken seçim, aday tartışmaları ve cumhurbaşkanı seçimindeki Anayasal boşluk
27.7.2020

Yurt dışındaki taşınmaz ve iştirak satışları vergiden istisna mı? 25.7.2020

Gayrimenkul ve iştirak satış kazancı istisnası – 3

22.7.2020

Gayrimenkul ve iştirak satış kazancı istisnası – 2
17.7.2020

Mali yapıyı güçlendirmede vergisel bir teşvik: gayrimenkul ve iştirak satış kazancı istisnası
16.7.2020

Sezonluk ev kiralayanlar: Vergi sürpriziyle karşılaşmayın! 13.7.2020

Pandemi, maliye politikası ve vergi barışı

Şirket kuruluşunda sicilde imza zorunluluğu değiştirilmelidir.

Köprüden önce son çıkış: Varlık Barışı

Kamu özel iş birliğine şeffaf bir alternatif: Altyapı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı

Gayrimenkul yatırımında avantajlı bir yöntem: Gayrimenkul Yatırım Fonu

Gayrimenkulde rant vergisi

Gayrimenkul piyasası hareketleniyor ama vergiye dikkat!

KVKK kararlarının yargı denetimi

Kişisel verilerin korunması ve ateş ölçümü

İnternetten otomobil satanların dikkatine

Makam aracı sadece özel sektörde mi ücrettir?

Makam aracı ücret midir?

Şirket araçlarına vergi ayarı

ABD’nin dijital hizmet vergisi misillemesi ve Türkiye

Sanat ve icat vergisi

Altın: Elma dersem çık, armut dersem çıkma!

]]>
https://www.muhasebenews.com/anayasa-mahkemesinin-vtr-karari/feed/ 0
Gayrimenkul yatırımında avantajlı bir yöntem: Gayrimenkul Yatırım Fonu https://www.muhasebenews.com/gayrimenkul-yatiriminda-avantajli-bir-yontem-gayrimenkul-yatirim-fonu/ https://www.muhasebenews.com/gayrimenkul-yatiriminda-avantajli-bir-yontem-gayrimenkul-yatirim-fonu/#respond Wed, 24 Jun 2020 11:28:50 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=87310

Dr. Numan Emre ERGİN
Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı
n.emre.ergin@hotmail.com


Gayrimenkul yatırımlarının ülkemizdeki önemine binaen bu yazımızda az bilinen ama birçok avantaja sahip olan bir yatırım enstrümanını tanıtacağız: Gayrimenkul Yatırım Fonları (GYF). Bugün itibariyle, Türkiye’de 20 portföy yönetim şirketi tarafından kurulmuş 50 adet aktif GYF olup 6 adet Fon da tasfiye edilmiştir. Bu Fonların büyüklüğü 6.5 milyar TL civarında olup ağırlıklı olarak konut ve/veya ofis projelerine yatırım yapmaktadırlar.

GYF, Sermaye Piyasası Kanunu ve ikincil mevzuatı tarafından regüle edilen bir yapıdır. Dolayısıyla, şeffaflık ve kamu denetiminin üst düzeyde olduğu, gayrimenkul yatırımlarının likiditasyonuna aracılık eden, ayrıca vergisel avantajlar içeren bir araçtır. Konunun detayları Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)’nun çıkardığı Gayrimenkul Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği (III-52.3) (Tebliğ) ile düzenlenmiştir.

Konuyu teknik detaya fazla boğmadan Fon’un işleyişini şu şekilde özetleyebiliriz. SPK’dan izin almış bir portföy yönetim şirketi veya gayrimenkul portföy yönetim şirketi, gayrimenkul, gayrimenkul projeleri, gayrimenkule dayalı haklar, gayrimenkul yatırımı yapan gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve anonim şirketleri gibi gayrimenkul cinsinden yatırım araçlarına yatırım yapmak üzere inançlı mülkiyet esasına göre bir fon kurarlar. Fon kurulduktan sonra kurucular, nitelikli yatırımcılardan¹ katılma belgesi karşılığında para toplayıp yatırımcılara belirttikleri alanlara yatırım yapar. Fona katılımın ayni olması da mümkündür, ama bu gayrimenkuller üzerinde ipotek vb. kısıtlama bulunmamalıdır. Fon kurucuları içtüzük, ihraç belgesi, yatırımcı bilgi formu ile birlikte faaliyetlerini SPK’nın izin ve denetiminde gerçekleştirirler. Fon katılma belgeleri, merkezi kayıt kuruluşunda saklanmaktadır. Yatırım yapılan gayrimenkul portföyünün yönetimi, bu konuda uzman portföy yönetim şirketleri tarafından yerine getirilmektedir.

Fonun tüzel kişiliği bulunmamaktadır ama tapudaki işlemler açısından tüzel kişiliği haiz addolunmaktadır, yani yatırım yapılan gayrimenkuller ve ayni haklar tapuda Fon adına tescil edilmektedir. Dolayısıyla, katılma belgesi sahipleri tapuda Fon adına tescilli gayrimenkullere dolaylı olarak sahiptirler. Fonun malvarlığı kurucunun, portföy saklayıcısının ve portföy yöneticisinin malvarlığından ayrıdır; kamu alacaklarının tahsili amacı da dahil olmak üzere haczedilemez, üzerine ihtiyati tedbir konulamaz ve iflas masasına dahil edilemez.

Fon’un yatırım yapabileceği araçlar ve sınırları Tebliğde detaylıca belirtilmiştir. Özetle Fon gayrimenkule dayalı bir portföyü yönetmek amacının dışına çıkamamaktadır. Örneğin müteahhitlik veya gayrimenkul proje geliştirmesi, otel-AVM-hastane vb. işletmesi, kıymetli madenlere yatırım, sürekli olarak kısa vadeli gayrimenkul alım satımı, yurt dışından gayrimenkul alım satımı ve kiralaması yapamamaktadır. Fon portföyünde asgari ve azami olması gereken yatırım türleri de belirlenmiştir. Fon portföyünün en az %80’i gayrimenkul yatırımlarından oluşmalıdır.

Katılma payları sadece nitelikli yatırımcılara satılabilir ve nitelikli yatırımcılar arasında devredilebilir. Katılma paylarının Fona iadesi de mümkündür. Fona iade para karşılığı olabileceği gibi, gayrimenkul karşılığı da olabilir. Katılma paylarının nitelikli yatırımcıya satışına başlandığı tarihi müteakip en geç bir yıl içinde fon portföy değerinin en az 10 milyon TL büyüklüğe ulaşması gerekmektedir. Fon ihraç belgesinde yer verilen esaslar çerçevesinde Fon tarafından katılma payı sahiplerine kâr dağıtabilir.

GYF’ler açık veya kapalı uçlu olarak oluşturulabilirler. Kapalı uçlu fonlarda, belirli kişiler Fona iştirak edebilmektedirler. GYF’lerin maliyeti ise kuruluş ve fonun yönetim maliyetleri nedeniyle portföy yönetim şirketine ödenen komisyonlardır. Komisyon genelde Fon büyüklüğüne göre değişmekte olup yıllık olarak sabit ve/veya Fon performansı üzerinden hesaplanmaktadır. Ayrıca portföydeki yatırımların işletilmesi, değerlemesi için katlanılan maliyetler de Fonun malvarlığından karşılanır.

Görüldüğü üzere, GYF’ler gayrimenkul yatırımlarında şeffaflık, denetim, uzman yönetim ve likidite sağlayan bir yatırım aracıdır. Bu yatırım aracının gelişmesi için çeşitli vergi teşvikleri de sağlanmıştır. Türkiye’de kurulu GYF’lerin kazançları kurumlar vergisinden istisnadır. Kurumlar vergisinden istisna olan bu kazanç üzerinden Fon bünyesinde dağıtılsın dağıtılmasın Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK)’nun 15/3. maddesi uyarınca yapılan stopaj oranı ise %0 (sıfır)’dır. Ayrıca, GYF’lerin gayrimenkul portföylerine ilişkin alım satım sözleşmeleri ile gayrimenkul satış vaadi sözleşmeleri damga vergisinden istisna edilmiştir. Diğer taraftan, GYF’lere KDV, emlak vergisi ve harç açısından bir muafiyet/istisna tanınmamıştır.

Fon yatırımcılarına sağlanan vergi teşvikleri de bulunmaktadır. Yatırımcılar, GYF’den kâr payı veya değer artış kazancı şeklinde gelir elde ederler. Fon katılma belgelerinin fona iadesi ile üçüncü kişilere satışı ise GVK’nın geçici 67. maddesi kapsamında değerlendirilip stopaja tabi tutulmaktadır. Stopaj oranı gerçek kişiler için %10, kurumlar için %0’dır. 2014 tarihli Tebliğde Fonun kâr dağıtabileceği belirtilmiştir. Fonun dağıttığı bu kârın vergi kanunları karşısındaki durumu ise net değildir. Zira, Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 75’inci maddesinde yatırım fonu katılma belgelerine ödenen kâr payları menkul sermaye iradı olarak tanımlanmıştır. Ancak, vergi kanunlarında bu düzenlemenin yapıldığı dönemde yatırım fonlarının kâr dağıtması söz konusu değildi, dolayısıyla vergi uygulamasında öteden beri katılma belgelerinin Fona iadesi kâr payı olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, GYF’lerin dağıtacağı kâr paylarının vergilendirilmesi konusu net değildir. Bu kâr paylarının vergilendirilmesi konusunda iki görüş bulunmaktadır. İlki bu kâr paylarının normal şirket kâr payları gibi değerlendirilmesi, ikincisi ise GVK’nın geçici 67/1. maddesi kapsamında dönemsel getiri olarak kabul edilmesi yönündedir. İlk görüş benimsenirse gerçek kişilere dağıtılan kâr payları üzerinden GVK md. 94 uyarınca stopaj yapılıp, aynı Kanunun 22/3 ve 86. maddeleri uyarınca beyan edilecektir. Diğer taraftan, Fon bünyesinde KVK md. 15/3 uyarınca stopaj yapıldığından, kâr dağıtım aşamasında stopaj yapılmaması gerektiği yönünde görüş de bulunmaktadır. Kâr payı dağıtımı kurumlara yapılırsa kâr dağıtım stopajı olmamakta ve dağıtılan kâr payı iştirak kazancı istisnasından yararlanmayıp kurum kazancına eklenmektedir. İkindi görüş benimsenirse gerçek kişilere dağıtılan kâr üzerinden %10 stopaj yapılıp beyanname verilmeyecektir. Bazı vergi uygulamacılarının dar mükellef gerçek kişilere dağıtılan kâr payları üzerinden %0 oranında stopaj yapılması gerektiği yönünde görüşleri de bulunmaktadır. Gelir İdaresi Başkanlığı, daha önce kamuoyuyla paylaştığı “Yatırım Fon ve Ortaklıklarında Vergi Uygulamaları” başlıklı Rehber taslağında ikinci görüşü benimseyen bir yönde açıklama yapmıştı ama bu taslak daha sonra kalıcı olarak yayınlanmadı.

Yukarıdaki açıklamalardan görüleceği üzere, yeni dönemde GYF’lerin dağıttığı kâr paylarının vergilendirilmesi konusu araftadır ve tartışmaların sona erdirilmesi açısından Gelir İdaresi Başkanlığı’nın gerekli açıklama ve düzenlemeleri biran önce yapmasında fayda bulunmaktadır. Gerekliyse yasal düzenleme de yapılmalıdır.

Yukarıdaki belirsizliğe rağmen GYF’ler gayrimenkul yatırımlarında vergisel açıdan en avantajlı enstrüman durumundadır. Zira, gerçek kişiler açısından, bireysel olarak gayrimenkul yatırımı yapıldığında kira gelirlerinden gayrimenkul sermaye iradı, 5 yıl içindeki satışlar için de değer artış kazancı üzerinden gelir vergisi ödenmektedir. Şirket kurularak gayrimenkule yatırım yapılması durumunda ise önce kira gelirleri ve satış kârı üzerinden kurumlar vergisi, kârın dağıtılması aşamasında ise kâr dağıtım stopajı yapılmaktadır. GYF alternatifinde ise Fon bünyesinde vergi yükü sıfır olup sadece yatırımcı nezdinde düşük bir vergileme söz konusudur. Eğer yatırımcı dar mükellef kurumsa vergi yükü toplamda sıfır olmaktadır. Dolayısıyla, yabancı şirketlerin Türkiye’deki gayrimenkul yatırımları açısından en avantajlı model GYF olarak gözükmektedir. Yabancı gerçek kişiler açısından bir diğer avantaj ise 500 bin ABD Doları üzeri GYF yatırımının en az 3 yıl boyunca yapılması durumunda Türk vatandaşlığı başvurusunda bulunulabilmesidir. GYF’ler miras hukuku ve servet yönetimi açısından da kolaylık sağlamaktadır. Gayrimenkullerin mülkiyeti tapuda Fon adına olduğundan, servet sahipleri gayrimenkulleri çocuklar arasında bölüştürmektense veya mirasçılar taksimin nasıl yapılacağıyla uğraşmaktansa, katılma belgelerinin çocuklara/mirasçılara devri çok daha kolay ve pratiktir. Fonun kapalı bir aile fonu olarak kurulması, katılma belgelerinin aile dışındaki kişilere satışını engelleyecek hükümlerin Fon İzahnamesine eklenmesi mümkündür. Bu özelliği sayesinde GYF’ler aynı zamanda pratik bir servet yönetim aracıdırlar.

Sözün özü: Sermaye piyasası araçlarının derinleştirilmesi ekonomiyi de geliştirir.

Dipnot:

¹Nitelikli yatırımcı, yerli ve yabancı yatırım fonları, emeklilik fonları, yatırım ortaklıkları, aracı kurumlar, bankalar, sigorta şirketleri, portföy yönetim şirketleri, ipotek finansmanı kuruluşları, emekli ve yardım sandıkları, vakıflar, Sosyal Sigortalar Kanununun ilgili maddesince kurulmuş sandıklar, kamuya yararlı dernekler ile nitelikleri itibariyle bu kurumlara benzer olduğu Kurulca belirlenecek diğer yatırımcılar ve sermaye piyasası araçlarının ihraç tarihi itibariyle en az 1 milyon lira tutarında Türk Lirası, yabancı para veya sermaye piyasası aracına sahip gerçek ve tüzel kişilerdir.

 


Kaynak: Dr. Numan Emre ERGİN, Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı. İçerik, Sayın Numan Emre ERGİN’in Dunya.com’daki Perspektif isimi köşesinden Yazarın ve Dunya.com’un sahibi olan şirketin özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hakları ve sorumluluğu yazara ve Dunya.com’a aittir.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


YAZARIN DİĞER YAZILARI

Gayrimenkulde rant vergisi

Gayrimenkul piyasası hareketleniyor ama vergiye dikkat!

KVKK kararlarının yargı denetimi

Kişisel verilerin korunması ve ateş ölçümü

İnternetten otomobil satanların dikkatine

Makam aracı sadece özel sektörde mi ücrettir?

Makam aracı ücret midir?

Şirket araçlarına vergi ayarı

ABD’nin dijital hizmet vergisi misillemesi ve Türkiye

Sanat ve icat vergisi

Altın: Elma dersem çık, armut dersem çıkma!

]]>
https://www.muhasebenews.com/gayrimenkul-yatiriminda-avantajli-bir-yontem-gayrimenkul-yatirim-fonu/feed/ 0