davalı – Muhasebe News https://www.muhasebenews.com Muhasebe News Fri, 09 Apr 2021 06:34:42 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.3.3 Tahkim ve Çevrimiçi Duruşmalar https://www.muhasebenews.com/tahkim-ve-cevrimici-durusmalar/ https://www.muhasebenews.com/tahkim-ve-cevrimici-durusmalar/#respond Thu, 08 Apr 2021 23:00:15 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=100325

    Av. Pelin Baysal |  Av. Melis Sılacı Korkmaz

Giriş

COVID-19 salgınının yayılması ile tüm dünya neredeyse durma noktasına gelmiş ve insanlar günlük ihtiyaçlarını şimdiki zamanın işleyişine göre ayarlamak zorunda kalmıştır. Hükümetler salgının yayılmasını önlemek için okulların ve işletmelerin kapatılması, sokağa çıkma yasaklarının ilan edilmesi ve seyahat kısıtlamaları da dâhil olmak üzere birçok önlem almıştır. Fiziken görüşme yapılmasını zorlaştıran bu durum, normalde yüz yüze olarak gerçekleştirilen mahkeme ve tahkim duruşmalarını da şüphesiz etkilemiştir. Pek çok tahkim kurumu teknolojiden faydalanarak duruşmaları video konferans yoluyla gerçekleştirmeye başlamıştır.

Tahkimin taraf iradelerinin uyuşması ile başladığı gözetildiğinde, bu süreçte tahkim camiasını meşgul eden gündemlerden biri de taraflardan birinin itirazına rağmen hakemlerce çevrimiçi duruşma yapılmasına karar verilmesinin genel hukuk prensiplerini ve başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere birçok düzenleme ile koruma altına alınan adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediği konusu olmuştur.

Yakın zamanda Avusturya Yüksek Mahkemesi (“Mahkeme”) tarafından verilen karara kadar, bilindiği kadarıyla bu konuda bir karar verilmemiştir[1]. Mahkeme kararında yargı süreci ile çevrimiçi duruşmalar arasındaki ilişkiyi inceleyerek, yargılamanın yürütülmesi tarafların adil yargılanma hakkını güvence altına aldığı müddetçe, hakem tarafından, taraflardan birinin itirazlarına rağmen çevrimiçi duruşma yapılmasına karar verilebileceği belirtilmiştir[2].

Vakıalar/ Uyuşmazlık Hakkında Genel Bilgi

Bahsi geçen uyuşmazlık Mahkeme’nin önüne gelmeden önce, Viyana Uluslararası Tahkim Merkezi (DAHA) nezdinde 3 hakemden oluşan bir hakem heyeti önünde Ağustos 2017’den beri görülmektedir.

Delil duruşması COVID-19 salgınından önce 10 Mart 2020 tarihine atılmışken şartlar nedeniyle sonradan 15 Nisan 2020 tarihine ertelenmiştir.

19 Mart 2020 tarihinde düzenlenen toplantıda taraflar, COVID-19 nedeniyle duruşmaların çevrimiçi olarak düzenlenmesi olasılığını tartışmışlardır. 2 Nisan 2020 tarihinde ise davalılar çevrimiçi duruşma düzenlenmesini kesin olarak reddetmiş ve duruşmaların daha ileri bir tarihte yüz yüze yapılmasını istediklerini belirtmişlerdir. Ancak davalıların bu teklifi 8 Nisan 2020 tarihinde hakem heyeti tarafından reddedilmiş ve çevrimiçi duruşma tarihi olarak 15 Nisan 2020’ye gün verilmiştir.

21 Nisan 2020 tarihinde, davalılar silahların eşitliği ilkesine aykırı muamele yapıldığı ve yargılamanın adil olmayan bir şekilde yürütüldüğü gerekçeleriyle hakem heyetine itiraz etmiş; ancak davalıların iddiaları DAHA tarafından reddedilmiştir. Söz konusu olayın ardından davalılar itirazlarını Mahkeme’ye taşımışlardır.

Davalıların çevrimiçi duruşmaların hukuki temeli hakkındaki iddiaları üç bölümde ve aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

   (1) Çevrimiçi duruşma için belirlenen tarih ile davalılara duruşma için yeterli bir hazırlanma süresi verilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmektedir: Davalılar, duruşmaların yüz yüze yapılması tekliflerinin hakem heyeti tarafından 8 Nisan 2020 tarihinde reddedilmesi sebebiyle, 15 Nisan 2020 tarihindeki duruşmaya hazırlanmak için kendilerine yeterli zaman verilmediğini ileri sürmüştür.

   (2) Saat dilimi farkı nedeniyle taraflar arası eşitsizlik söz konusu olmaktadır: Davalılar ayrıca, Los Angeles merkezli olduklarını ve hakem heyeti tarafından belirlenen 15:00 CET olan duruşma saatinin Los Angeles saati ile sabah 6:00’da gerçekleşeceğini ve bu sebeple Viyana merkezli davacıların duruşmaya öğleden sonra saat 15:00’te başlarken kendilerinin duruşmaya sabah saat 6:00’da başlamak zorunda kalacağı gerekçesiyle taraflara eşit olmayan muamele yapıldığını ileri sürmüştür.

   (3) Tanıklara müdahale edilme tehlikesi bulmaktadır: Davalılar, çevrimiçi duruşma kararlaştırmakla tanıklara müdahale edilmesi tehlikesi meydana getirdiklerinden bahisle hakemlerin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ve bu durumun hakemlerin tarafsızlığına gölge düşürdüğünü iddia etmiştir.

Mahkemenin Kararı

Mahkeme taraflarca ileri sürülen iddiaları değerlendirdikten sonra aşağıdaki şekilde karar kurmuştur/vermiştir:

   (1) Duruşmaya hazırlanmak için yeterli süre olmaması hakkında: Mahkeme, duruşmanın ertelenmesi talebinin reddedildiği kararın tebliğinden önce taraflara duruşma tarihi hakkında bilgi verildiğini belirtmiştir. Ayrıca, uyuşmazlık taraflarından birinin erteleme talebinde bulunması halinde, erteleme talebinde bulunan tarafından bu talebinin hemen kabul edileceğini ve bu sebeple de duruşmanın erteleneceğini düşünerek hareket etmesinin makul olmadığını ifade etmiştir. Erteleme talebinde bulunan taraf, talebinin reddedilme olasılığını dikkate almalı ve bu nedenle duruşmanın daha önceden kararlaştırılan gün ve saatte yapılması ihtimaline karşı gerekli hazırlıkları yapmalıdır. Bu kapsamda Mahkeme davalıların hazırlanmak için yeterli zamanı olup olmadığını değerlendirirken, ret kararının verildiği tarih yerine erteleme talep edilmeden önce taraflara bildirilen duruşma tarihinin dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Bu sebepler doğrultusunda, Mahkeme davalıların duruşmaya hazırlanmak için yeterli sürelerinin olduğu yönünde karar vermiştir.

   (2) Farklı zaman dilimleri hakkında: Mahkeme, davalıların Los Angeles ve Viyana arasındaki coğrafi uzaklık sebebiyle seyahate ve saat dilimi farklılarına ilişkin ortaya çıkabilecek zorlukları en başta kabul ettiklerini belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, saat 6:00’da gerçekleşecek çevrimiçi duruşmanın davalılar için çok büyük bir yük oluşturmadığını belirterek, çevrimiçi duruşmanın, fiziki duruşmaya kıyasla davalıların Los Angeles’tan Viyana’ya gitmek için harcayacakları emek ve zamanı da azalttığını ifade etmiştir. Bu sebeple, Mahkeme davalıların zaman dilimlerine ilişkin iddialarını reddetmiştir.

   (3) Tanıklara müdahale edilebileceği hakkında: Mahkeme, COVID-19 salgınından önce de video konferans yoluyla çevrimiçi duruşma usulünün kullanıldığını ifade ederek, kaldı ki salgın ile beraber uyuşmazlıkları verimli bir şekilde çözmeye devam etmek için teknoloji kullanımının arttığını belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, tanıklara müdahale tehlikesinin yüz yüze gerçekleştirilen duruşmalarda da bulunduğunu ifade ederek, duruşmaların çevrimiçi olarak yürütülmesinin tek başına ciddi bir usulî ihlale sebebiyet vermeyeceğini, hakem heyetinin tarafsızlığına gölge düşürmeyeceğini ve adil yargılanma ilkesinin ihlali anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca davalıların itirazlarını ileri sürerken, spesifik olarak hangi usul kurallarının ihlal edildiğini de belirtmek yerine, afaki bir şekilde adil yargılanma ilkesinin ihlal edildiğini belirtmeleri de haklı bulunmamıştır. Sonuç olarak Mahkeme, davalıların tanık beyanlarına müdahale edilebileceğine ilişkin iddialarını da reddetmiştir.

Yorumlar

Çevrimiçi duruşmalar COVID-19’dan önce de kullanılmakta ise de pandemi ile birlikte, uyuşmazlıkların etkin bir şekilde çözülmesini temin etmek adına, tahkim kurumlarınca yeni kurallar ve prosedürler benimsenmek durumunda kalınmıştır. Bununla birlikte, bu kurallar ve prosedürler çevrimiçi duruşmalar için zemin hazırlamış olsalar da tarafların eşitliği ilkesi, hukuki dinlenilme hakkı gibi hususları netleştirmekte eksik kalmıştır.

Bu konudaki ilk emsal olan Avusturya Yüksek Mahkemesi’nin kararı COVID-19’un başlangıcından bu yana tahkim camiasını meşgul eden bu soruna tatmin edici bir cevap getirmiştir. Aynı zamanda çevrimiçi duruşmaların temelini atması ve usulî süreci derinlemesine irdelemesi sebebiyle çok önemli bir karardır. Mahkeme’nin çevrimiçi duruşmaları destekleyen tutumunun diğer yargılamaları da etkilemesi kuvvetle muhtemeldir.

COVID-19’un önümüzdeki süreçte de devam edeceği göz önüne alındığında daha birçok uyuşmazlığın çözümünü etkileyeceğine şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle, tahkim yargılamalarında tarafların alışılageldik usulî yöntemlere nazaran, günümüz şartlarına uygun yeni yöntemlere eğilim göstermesi ve adapte olmaya çalışması son derece önem arz etmektedir.

Katkılarından dolayı Dilara Kaçar’a teşekkür ederiz.

[1] Maxi Scherer, Franz Schwarz, Helmut Ortner, J. Ole Jensen, “In a ‘First’ Worldwide, Austrian Supreme Court Confirms Arbitral Tribunal’s Power to Hold Remote Hearings Over One Party’s Objection and Rejects Due Process Concerns”, Kluwer Arbitration Blog (24 Ekim 2020), http://arbitrationblog.kluwerarbitration.com/2020/10/24/in-a-first-worldwide-austrian-supreme-court-confirms-arbitral-tribunals-power-to-hold-remote-hearings-over-one-partys-objection-and-rejects-due-process-concerns/

[2] OGH Dosya No 18 ONc 3/20s

25.12.2020

Makalelerin tamamına https://gun.av.tr/tr/goruslerimiz adresinden ulaşabilirsiniz. 


Kaynak: İşbu içerik, Gün + Patners Avukatlık Bürosu’nun özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hak ve sorumluluğu yazarlara aittir.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


]]>
https://www.muhasebenews.com/tahkim-ve-cevrimici-durusmalar/feed/ 0
Ücret ve Tazminat Alacaklarına Faiz İstenebilir mi? https://www.muhasebenews.com/ucret-tazminat-alacaklarina-faiz-istenebilir-mi/ https://www.muhasebenews.com/ucret-tazminat-alacaklarina-faiz-istenebilir-mi/#respond Thu, 25 Oct 2018 05:00:47 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17724 KONU: Davacının Ücret Alacaklarının Faizini İstediği Anlaşılmaktadır. Faiz Alacağı Asıl Alacağın Tabi Olduğu Zamanaşımı Süresine Tabidir. Davalı Süresinde Ek Dava Dilekçesine Karşı Zamanaşımı Definde Bulunmuştur. Bu Durum Karşısında Davalının, 20.01.2011 Tarihli Ek Dava Dilekçesine Karşı Zamanaşımı Defi Değerlendirilerek Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerekir.

İLGİLİ KANUN MADDELERİ:
(818/md.125)

6098/md.146
5521/md.7
6100/md. 141,316,447
4857/md.5,26,28,31,32

Davacı, ücret alacağı faizi, ücret alacağı fark faizi, tasarrufu teşvik fonu ana para ve nema alacağı faizi, yıllık izin ücreti faizi, yakacak yardımı alacağı faizi, ilave tediye alacağı faizi, akdi ikramiye alacağı faizi ve yolluk alacağı faizi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A) DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı, davalı belediyede işçi olarak çalışırken 14/12/2006 tarihinde emekli olduğunu, emekli olduktan sonra verdiği dilekçe ile alacaklarının ödenmesini talep ederek, faize ilişkin haklarını saklı tuttuğunu, alacakların ödenmesi hususunda protokol yapıldığını, protokoldeki taahhütlerin yerine getirilmediğini, hak kazanılan alacakların geç ödenmesi nedeniyle ücret alacağı faizi, ücret farkı alacağı faizi, tasarrufu teşvik fonu ana para ve nema alacağı faizi, yıllık izin alacağı faizi, yakacak yardımı alacağı faizi, ilave tediye alacağı faizi, akdi ikramiye alacağı faizi, yolluk alacağı faizi alacaklarını istemiştir.

 B) DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı, davacı ile 03/07/2007 tarihli protokol imzalandığını, bu protokole göre tüm alacaklarının kendisine ödendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalı belediyenin protokole uymadığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) TEMYİZ:
Kararı davalı, zamanaşımı definin değerlendirilmediği gerekçesi ile temyiz etmiştir.

E) GEREKÇE:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

Hemen belirtmelidir ki gerek İş Kanunu’nda gerekse Borçlar Kanunu’nda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125’inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146’ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötü niyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun; 5’ inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28’inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.

Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet akdinin feshedildiği tarihtir.

Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.

İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.

Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir

Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanunu’nun 117’inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151’inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).

Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).

6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)

Türk Borçlar Kanunu’nun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7’nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447’inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319’uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür.
Somut olayda, davacının ücret alacaklarının faizini istediği anlaşılmaktadır. Faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresine tabidir. Davalı süresinde ek dava dilekçesine karşı zamanaşımı definde bulunmuştur. Bu durum karşısında davalının, 20.01.2011 tarihli ek dava dilekçesine karşı zamanaşımı defi değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 08/03/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak: Yargıtay – 9. Hukuk Dairesi – E. 2016/1673 – K. 2016/5235 – T. 08.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/ucret-tazminat-alacaklarina-faiz-istenebilir-mi/feed/ 0
Vekalet Sözleşmesi İle Çalışanların İş Bitiminde Tazminat Talep Etme Hakları Var mıdır? https://www.muhasebenews.com/vekalet-sozlesmesi-ile-calisanlarin-is-bitiminde-tazminat-talep-etme-haklari-var-midir/ https://www.muhasebenews.com/vekalet-sozlesmesi-ile-calisanlarin-is-bitiminde-tazminat-talep-etme-haklari-var-midir/#respond Mon, 22 Oct 2018 15:00:25 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=22112 İLGİLİ KANUN MADDELERİ:  4857 Sayılı İş Kanunu (Md.8) – 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu (Md.1)

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.06.2013 gün ve 2011/351 E., 2013/404 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 20.01.2015 gün ve 2013/24966 E., 2015/615 K. sayılı kararı ile;

DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, davacının davalıya ait iş yerinde avukat olarak çalıştığını ileri sürerek, ihbar ve kıdem tazminatı ile özel tazminat alacağı istemiştir.

DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili, davacı ile davalı arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığını belirterek, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.

TEMYİZ:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.

GEREKÇE:
1- Davacı temyizi yönünden;Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının tüm temyiz itirazlarının reddine,

2- Davalı temyizi yönünden;Uyuşmazlık taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı İş Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca “iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş göreme (emek) ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici unsurlarıdır.

İş sözleşmesini diğer iş görme sözleşmeleri olan eser ve vekalet sözleşmelerinden ayırt edici en önemli kıstas bağımlılık ilişkisidir. Her üç sözleşmede iş görme edimini yerine getirenin iş görülen kişiye (işveren-eser sahibi veya temsil edilen) karşı ekonomik bağlılığı vardır.

İş sözleşmesinde işçi, belirli veya belirsiz süreli olarak işveren için çalışır. Vekalette ise vekilin belli bir zamana bağlı olarak çalışması söz konusu değildir. Vekil kural olarak uzmanlığı bakımından iş sahibinin talimatları ile bağlı değildir. İş sözleşmesinin varlığı, ücretin ödenmesini gerektirir. Oysa vekalet için ücret zorunlu bir unsur değildir. Vekalet sözleşmesine ilişkin hükümlerde, iş sözleşmesinin aksine sosyal nitelikte edimlere ve koruma yükümlülüklerine rastlanmaz. Bağımsız olarak iş gören, bu sebeple faaliyetini sürdüreceği zamanı belirlemede kısmen de olsa serbestliğe sahip olan, bütün zamanını tek bir müvekkile hasretmek zorunda olmayan vekil, farklı kişilerle ayrı vekalet sözleşmeleri yapabilmekte ve bu şekilde ekonomik olarak tek bir işveren bağlı olmaktan kurtulmaktadır.

İş sözleşmesini belirleyen kriter hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık, işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki davranışlarına ilişkin talimatlara uyma yükümlülüğünü üstlenmesi ile doğar. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirmektedir. İşçinin bu anlamda işveren karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. Bu anlamda işveren ile işçi arasında hiyerarşik bir bağ vardır. İş sözleşmesine dayandığı için hukuki, işçiyi kişisel olarak işveren bağladığı için kişisel bağımlılık söz konusudur.

İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini; işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait iş yerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Sayılan bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin bir ölçü teşkil etmez. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken, kendi yaratıcı gücünü kullanması, işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bu bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. Çalışanın işyerinde kullanılan üretim araçlarına sahip olup olmaması, kar ve zarara katılıp katılmaması, girişimcinin sahip olduğu karar verme özgürlüğüne sahip olup olmaması bağımlılık unsuru açısından önemlidir.

Yukarıda sayılan ölçütler yanında, özellikle bağımsız çalışanı, işçiden ayıran ilk önemli kriter, çalışan kişinin yaptığı işin yönetimi ve gerçek denetiminin kime ait olduğudur. İşçi işverenin yönetim ve sorumluluğu altında işleyen bir organizasyon içinde yer alır. Çalışma saatleri kesin veya esnek biçimde, keza işin yapılacağı yer işverence belirlenir. İş araçları ve dokümantasyonu genelde işverence sağlanır. Bu kriter içinde değerlendirilebilecek alt kriter ise çalışanın, kendisine mi yoksa başkasına mı ait iş yada hizmet organizasyonu kapsamında iş yaptığıdır. İşçinin işveren tarafından önceden belirlenen amaca uyma yükümlülüğü var iken, bağımsız çalışanın böyle bir yükümlülüğü yoktur.

İşçinin önceden iş şartlarını belirleme yetkisi, işim yapılması sırasında kullanılacak araçları seçmesi, işin yapılacağı yer ve zamanı belirleme serbestisi yoktur. Çalışan kişi işin yürütümünü kendi organize etse de, üzerinde iş sahibinin belirli ölçüde kontrol ve denetimi söz konusuysa, iş sahibine bilgi ve hesap verme yükümlülüğü varsa, doğrudan iş sahibinin otoritesi altında olmasa da bağımlı çalışan olduğu kabul edilebilir. Bu bağlamda çalışanın işini kaybetme riski olmaksızın verilen görevi reddetme hakkına sahip olması (ki bu iş görme borcunun bir ifadesidir) önemli bir olgudur. Böyle bir durumda çalışan kişinin bağımsız çalışan olduğu kabul edilmelidir. Vekilin bağımsızlığı mutlak değilse de, iş sahibinin ısrarlı talimatı karşısında uyarması dışında, dilediği zaman sözleşmeyi sona erdirme hakkı, vekilin bir ölçüde işveren karşısında bağımsızlığını bir ölçüde korumaktadır. Oysa işçi, işin gerçekleştirilmesi yönünden amaca uygun olmadığını düşündüğü bir talimatı, işverenin ısrarı karşısında yerine getirmek zorundadır.

Çalışanın münhasıran aynı iş sahibi için çalışması da, tek başına yeterli olmasa da aralarında bağımlılık ilişkisi bulunduğuna ispat oluşturabilir.

Kural olarak işçi sayılan kişinin kendi işçileri ve müşterileri bulunmaz. Bu kapsamda dikkate alınabilecek bir ölçütte, münhasıran bir iş sahibi için çalışan kişinin, ücreti kendisi tarafından ödenen yardımcı eleman çalıştırıp çalıştırmadığı, işin görülmesinde ondan yaralanıp yararlanmadığıdır. Bu durumun varlığı çalışma ilişkisinin bağımsız olduğunu gösterir.

Avukat ile yapılan sözleşmede takip edilen dava ve icra dosyaları sebebiyle aylık sabit ücret ödeneceğinin öngörülmesi, taraflar arasındaki ilişkiye iş ilişkisi niteliğini kazandırmaz.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde iş mahkemelerinin görevi, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi” olarak belirlenmiş olmakla, işçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir.

Somut olayda, davacının serbest avukat olarak ayrı ve bağımsız bir bürosunun bulunduğu, kendisine verilen iş ve işlemleri aldıktan sonra, kendi belirlediği iş organizasyonu ve çalışma programı içerisinde, işverenin çalışma dönemi, mesai ve iş konusunda herhangi bir talimatı olmadan takip edip sonuçlandırdığı, sadece iş sahibi davalıya yapılan iş ve işlemlere ilişkin olarak bilgi ve raporlar verdiği, bu durumun iş sahibi davalıya bağımlı iş görme olarak değerlendirilmeyeceği; ayrıca, taraflar arasında yapılan sözleşmelerde davacının başka iş almasını yasaklayan hüküm bulunmaması ve davalı şirketin kendi bünyesinde çalıştırdığı sigortalı avukatlarının da bulunması dikkate alındığında, taraflar arasındaki hukuki ilişkide iş sözleşmesinin belirleyici unsuru olan hukuki ve kişisel bağımlılığın varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Bu durumda, davacı ile davalı arasındaki ilişkinin vekalet ilişkisine dayandığı anlaşılmakla, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüm yeri genel mahkemeler olduğundan, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, davanın esasına girilerek karar verilmesi hatalıdır…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ:
Davalı şirket vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 01.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

Kaynak: Yargıtay – Hukuk Genel Kurulu – E. 2015/3235 – K. 2017/381 – T. 01.03.2017

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/vekalet-sozlesmesi-ile-calisanlarin-is-bitiminde-tazminat-talep-etme-haklari-var-midir/feed/ 0
Fazla Mesai Ücretinin Ödenmemesi Halinde İşçinin Dava Açma Hakkı Var mıdır? https://www.muhasebenews.com/fazla-mesai-ucretinin-odenmemesi-halinde-iscinin-dava-acma-hakki-var-midir/ https://www.muhasebenews.com/fazla-mesai-ucretinin-odenmemesi-halinde-iscinin-dava-acma-hakki-var-midir/#respond Tue, 28 Nov 2017 00:00:13 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17823 KONU: İş Hukukundan Kaynaklanan Alacaklar Bakımından Baştan Belirli Veya Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Belirleme Yapmak Kural Olarak Doğru Ve Mümkün Değildir. Bu Sebeple İş Hukukunda Da Belirsiz Alacak Davasının Açılabilmesi, Bu Davanın Açılması İçin Gerekli Şartların Varlığına Bağlıdır. Eğer Bu Şartlar Varsa, İş Hukukunda Da Belirsiz Alacak Davası Açılabilir, Yoksa Açılamaz. Keza Aynı Şey Kısmî Dava İçin Söz Konusudur. Yukarıda Yapılan Açıklamalar Işığında Eldeki Davaya Konu Somut Olayın Özellikleri Dikkate Alınarak Belirsiz Alacak Davası Yönünden Yapılan Değerlendirmede; Davacı Tarafından Dava Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Açılmış İse De Dava Konusu Talep Belirsiz Alacak Davasının Konusunu Oluşturamayacağından Davanın Hukuki Yarar Yokluğundan Reddine Karar Verilmesi Gerekirken Söz Konusu Talebin Hüküm Altına Alınması Hatalıdır

İLGİLİ KANUN MADDELERİ:
4857/md.14

6100/md.107,109,119

DAVA:
Davacı, kıdem tazminatı alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde üretim işçisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi sebebiyle davacı tarafından haklı sebeple feshedildiğini, ancak kıdem tazminatının ödenmediğini ileri sürerek bu alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir.

DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili, davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacı işçinin haklı sebeple iş sözleşmesini feshettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

TEMYİZ:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

GEREKÇE:
Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasındadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.

6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir.

Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.

Hâkime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn:6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hâkimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtay’ca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hâkimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkânı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkânı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.

Kanun’un kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkân sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usul bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davacı tarafından dava belirsiz alacak davası şeklinde açılmış ise de dava konusu talep belirsiz alacak davasının konusunu oluşturamayacağından davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken söz konusu talebin hüküm altına alınması hatalıdır.

SONUÇ:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 23.03.2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Kaynak: Yargıtay-22. Hukuk Dairesi-E. 2015/769-K. 2016/9195-T. 23.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/fazla-mesai-ucretinin-odenmemesi-halinde-iscinin-dava-acma-hakki-var-midir/feed/ 0
Eşit İşlem Borcuna Aykırılık Sebebi İle İş Akdi Feshedilebilir mi? https://www.muhasebenews.com/esit-islem-borcuna-aykirilik-sebebi-ile-is-akdi-feshedilebilir-mi/ https://www.muhasebenews.com/esit-islem-borcuna-aykirilik-sebebi-ile-is-akdi-feshedilebilir-mi/#respond Mon, 27 Nov 2017 05:00:42 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17715 KONU: Davacının İş Sözleşmesi Feshedilmiş, Ancak Tutanak İçeriğine Göre Karşılıklı Olduğu Anlaşılan Kavga Nedeniyle Diğer İşçinin İş Sözleşmesinin Feshedilip Edilmediği Araştırılmamıştır. Davacı İle Kavga Eden Diğer İşçinin İşten Çıkarılmaması Eşit İşlem Borcuna Aykırılık Teşkil Eder. Mahkemece Bu Olay Nedeniyle Diğer İşçinin İşten Çıkarılıp Çıkarılmadığı Araştırılıp Sonucuna Göre Karar Verilmelidir. Eksik Araştırma İle Karar Verilmesi Hatalıdır.

İLGİLİ KANUN MADDELERİ
4857/md.5,25

Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ayrımcılık tazminatı ile fazla mesai ücreti, hafta tatil ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A) DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde 15/09/2008 – 12/09/2012 tarihleri arasında çalıştığını, son ücretinin aylık 1.750 TL olduğunu ve tamamının bankaya yatırıldığını müvekkilinin satış temsilcisi olduğunu iş akdinin davalı işveren tarafından iş kanununun 25/2-d maddesi gereği tazminatsız ve bildirimsiz feshedildiğini fesihte öne sürülen iddiaların doğru olmadığını, fesihte müvekkilinin sataşmasından bahsedilmekteyse de bunun doğru olmadığını, diğer işçinin iş sözleşmesinin devam ettiğini davalı işverenin eşit işlem borcuna aykırı davrandığını belirterek, kıdem, ihbar ve ayrımcılık tazminatları ile fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

B) DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili; davacının 11/10/2008- 31/08/2012 tarihleri arasında çalıştığını, davacının iş kanununun 25/2-d bendi gereği başka bir işçiye sataştığından haklı ve geçerli nedenle iş akdinin feshedildiğini, kendisine amirlerinin verdiği talimatları yerine getirmediğini, arkadaşlarına küfür edip darp ettiğini bu sebeplerle feshin haklı olduğunu fazla çalışma alacağı taleplerinin doğru olmadığını satış temsilcisi olarak davacıya araba tahsis edildiğini sahada tek başına çalıştığını hiç kimsenin sürekli olarak kendisini takip etmediğini amirleri ile telefon irtibatı kurduğunu eşit davranmamanın söz konusu olmadığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, yargılama sonunda, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

D) TEMYİZ:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

E) GEREKÇE:
1-
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davacının ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığının somut ve inandırıcı delillerle kanıtlanmadığı anlaşıldığından bu alacağın reddine karar verilmesi yerinde olduğundan, davacının aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta davacının iş sözleşmesi 27.08.2012 tarihinde çalışma arkadaşına hakkında tutulan tutanağa imza attığı gerekçesiyle küfürlü sözler söyleyerek sataşıp darp ettiği gerekçesiyle 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi uyarınca feshedilmiştir.

Olayla ilgili kavgaya karışan işçi tutanak tutarak bunu işverene vermiş, yargılama sırasında da bu tutanak davalı tarafça dosyaya sunulmuştur. Tutanakta işçi olay günü davacının yanına oturduğunu, davacının benim yanıma oturma başka yere git dediğini nedenini ona sorduğunda aleyhine daha önce imzaladığı tutanak yüzünden sözlü sataşmaya girdiğini, daha sonra birbirlerine karşılık hakaret ettiklerini, davacının kendisine vurduğunu polislerin ayırdığını fakat daha sonra kendisinin tekrar davacıya hakaret edip küfrettiğini ve onun üzerine yürüyüp tekrar kavga ettiğini orada bulunan arkadaşlarının kendilerini ayırdığını bu kavga nedeniyle aldığı raporun ekte olduğunu belirtmiştir. Davacı da dava dilekçesi ekine kavga nedeniyle adli raporunu eklemiştir.

Bu olay üzerine davacının iş sözleşmesi feshedilmiş, ancak tutanak içeriğine göre karşılıklı olduğu anlaşılan kavga nedeniyle diğer işçinin iş sözleşmesinin feshedilip edilmediği araştırılmamıştır. Davacı ile kavga eden diğer işçinin işten çıkarılmaması eşit işlem borcuna aykırılık teşkil eder. Mahkemece bu olay nedeniyle diğer işçinin işten çıkarılıp çıkarılmadığı araştırılıp sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik araştırma ile karar verilmesi hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10.03.2016 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Kaynak: Yargıtay – 9. Hukuk Dairesi – E. 2014/31562 – K. 2016/5612 – T. 10.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/esit-islem-borcuna-aykirilik-sebebi-ile-is-akdi-feshedilebilir-mi/feed/ 0