davacı – Muhasebe News https://www.muhasebenews.com Muhasebe News Sat, 02 Jan 2021 11:19:53 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.3.5 İşçinin Tedavisi Mümkün Olmayan Hastalığa Yakalanması https://www.muhasebenews.com/iscinin-tedavisi-mumkun-olmayan-hastaliga-yakalanmasi/ https://www.muhasebenews.com/iscinin-tedavisi-mumkun-olmayan-hastaliga-yakalanmasi/#respond Mon, 04 Jan 2021 00:00:08 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=100333

Erol TÜRK
Avukat
eturk@3ehukuk.com


Özet: İşveren yönünden bir işyerinin düzenli çalışması ve ekonomik verimliliğin artması ancak sağlıklı işçilerin varlığı ile mümkündür. İşçinin tedavi edilemeyen bir hastalığa yakalanması halinde o işyerinde düzenli çalışmasında sakınca bulunduğu Sağlık Kurulunca tespit edildiğinde işveren işçisinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir. 

1-İşçi-işveren-işyeri tanımı:

Ülkemiz hukuk sisteminde işçi işveren ilişkilerini düzenleyen temel yasa 4857 sayılı iş yasasıdır. Yasanın birinci maddesinde bu kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir şeklinde açıklanmıştır. İşyerleri, işverenler, işveren vekilleri ve işçiler, bildirim gününe bakılmaksızın bu yasa hükümleri ile bağlıdırlar.

Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir. İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir. İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler -işyerine bağlı yerler- ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.

Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği, uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu yasadan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.

İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukuki bir işlemle başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.  Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür. İşyerinin devri halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar. Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl sonra sona erecektir.

2-İş sözleşmesi tanımı:

İş sözleşmesi, bir tarafın yani işçinin bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın yani işverenin de ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, yasada aksi belirtilmedikçe, özel bir şekle tabi değildir. Süresi bir yıl ve daha fazla olan iş sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılması zorunludur. Bu belgeler damga vergisi ve her çeşit resim ve harçtan muaftır. Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür. Süresi bir ayı geçmeyen belirli süreli iş sözleşmelerinde bu hüküm uygulanmaz. İş sözleşmesi iki aylık süre dolmadan sona ermiş ise, bu bilgilerin en geç sona erme tarihinde işçiye yazılı olarak verilmesi zorunludur.

3-Belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi:

İş ilişkisinin belli bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli iş sözleşmesi sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesi olarak nitelendirilir. Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar.

Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan işçi, ayırımı haklı kılan bir neden olmadıkça, salt iş sözleşmesinin süreli olmasından dolayı belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan emsal işçiye göre farklı işleme tabi tutulamaz.  Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçiye, belirli bir zaman ölçüt alınarak ödenecek ücret ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatler, işçinin çalıştığı süreye orantılı olarak verilir. Herhangi bir çalışma şartından yararlanmak için aynı işyeri veya işletmede geçirilen kıdem arandığında belirli süreli iş sözleşmesine göre çalışan işçi için farklı kıdem uygulanmasını haklı gösteren bir neden olmadıkça, belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan emsal işçi hakkında esas alınan kıdem uygulanır.

4-İşverenin borçları:

İşçi, emeğini satarak evin geçindiren insandır. Bu nedenle işverenin işçiye hak ettiği ücreti ödemesi gerekir. Ücret bir işverene veya bir kimseye yapılan iş karşılığında ödenen ve değeri para ile ölçülen bir tutarı ifade eder.

İşverenin işçisinin akıl hastalığı nedeniyle fesih hakkı:

Bu durumda iş sözleşmesi davacının akıl hastalığına yakalanması ile geçersiz hale gelmiştir. Ancak bu geçersizlik ileriye doğru etkili bir sonuç doğurur.

4857 sayılı yasanın 25/I a İşçinin kendi kastından veya derli toplu olmayan yaşayışından yahut içkiye düşkünlüğünden doğacak bir hastalığa yakalanması veya engelli hâle gelmesi durumunda, bu sebeple doğacak devamsızlığın ardı ardına üç iş günü veya bir ayda beş iş gününden fazla sürmesi. 25/I-b İşçinin tutulduğu hastalığın tedavi edilemeyecek nitelikte olduğu ve işyerinde çalışmasında sakınca bulunduğunun Sağlık Kurulunca saptanması durumunda işveren süresi belirli olsun veya olmasın bu gibi hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir.

Davalı şirket ile davacı arasında sonradan geçersiz hale gelen iş sözleşmesinin feshinden ve dolayısıyla iş güvencesi hükümlerinin uygulanmasından söz edilemez. Başka bir anlatımla geçersiz hale gelen sözleşmenin feshi olmaz. Zira geçersizlikle sözleşme zaten sona ermiştir. Geçerli bir iş sözleşmesinden söz edilebilmesi için tarafların ehliyet ve varsa geçerlilik şekline uyma koşullarının gerçekleşmesi, iş sözleşmesinin emredici hukuk kurallarına, kişilik haklarına, kamu düzenine ve ahlâka aykırılık taşımaması, sözleşme konusunun imkânsız bulunmaması gerekir. İş sözleşmesi, kuruluşunda geçerlilik koşullarından birini taşımıyorsa genel hükümlere göre yaptırımı geçersizliktir.


Kaynak: İşbu içerik, Avukat Erol TÜRK’ün özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hakları ve sorumluluğu yazara aittir.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


YAZARIN DİĞER YAZILARI

Anonim Şirkette Hisse Devri

Ticari Şirketlerin Bölünmesi

Ticari Şirketlerin Birleşmesi

Vergi Tekniği Raporu Mükellefe Tebliğ Edilmelidir

Ayıplı Mal Satışında Tüketicinin Hakları

Anonim Şirkette Hisse Devri

Anonim Şirketi Temsil Yetkisi

Bağış Sözleşmesi Kurulması

Mal Değişim Sözleşmeleri

Belirsiz Alacak Davaları

Arabuluculuk

Derhal Fesih Hakkını Kullanma Süresi

Anonim Şirketlerin Denetimi

]]>
https://www.muhasebenews.com/iscinin-tedavisi-mumkun-olmayan-hastaliga-yakalanmasi/feed/ 0
Vergi Tekniği Raporu Mükellefe Tebliğ Edilmelidir https://www.muhasebenews.com/vergi-teknigi-raporu-mukellefe-teblig-edilmelidir/ https://www.muhasebenews.com/vergi-teknigi-raporu-mukellefe-teblig-edilmelidir/#respond Thu, 10 Dec 2020 00:00:45 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=98304

Erol TÜRK
Avukat
eturk@3ehukuk.com


Özet: Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu mükellef adına düzenlenen vergi tekniği raporunun davacıya tebliğ edilmemesi işlemi hükümsüz kılacak nitelikte esasa etkili bir şekil hatası olduğunu kabul ederek cezalı vergilendirmenin iptaline karar vermiştir.

OLAY: Kaçak akaryakıt satışı ve komisyon karşılığı sahte fatura düzenleme işiyle uğraştığı iddia edilen mükellef hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiş ve vergi inceleme raporları uyarınca cezalı vergilendirme yoluna gidilmiştir. Mükellef, cezalı vergilendirmenin kaldırılması istemiyle vergi idare mahkemesinde dava açmıştır. Davacı anılan vergi tekniği raporuna atıfla düzenlenen vergi inceleme raporlarının tebliğ edildiğini, ancak tarh nedenini, matrahın bulunuş yöntemini ve tarhiyatın dayanağına dair hakkında düzenlenmiş olan vergi tekniği raporunun tebliğ edilmediğini iddia etmiştir.

Vergi Usul Kanununun 34. Maddesi İkmalen ve resen tarh edilen vergiler ihbarname ile ilgililere tebliğ olunur. Nevi ve doğuşu ayrı olan vergiler için ayrı ihbarname kullanılır şeklinde düzenlenmiştir.

V.U.K. Md.35 göre İhbarname aşağıda yazılı malumatı ihtiva eder:

*İhbarnamenin sıra numarası;

* İhbarnamenin tanzim tarihi;

* Verginin nevi;

* Mükellefin soyadı, adı -Tüzelkişilerde unvanı,

* Mükellefin açık adresi;

* Vergilendirme dönemi;

* Verginin matrahı;

* Verginin hesabı;

* Verginin miktarı;

* Kısa ve açık bir ifade ile ikmalen veya resen vergi tarhını gerektiren sebepler,

Vergi mahkemesinde dava açma süresi;

Vergi mahkemesinde dava açma süresi 2577 sayılı İYUK gereğince tebligat tarihinden itibaren otuz gündür.  Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda dava açma süresi ayrı bir kurala bağlanmıştır.

Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilâtın, tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin,  tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin,  tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği tarihi izleyen günden itibaren otuz gün içinde idare vergi mahkemesinde dava açılmalıdır.

Dava dilekçesine Takdir komisyonunun kararı üzerine tarh edilen vergilerde kararın ve resen takdiri gerektiren inceleme raporunun birer sureti eklenir. Bu düzenleme ile talep veya dava hakkının gereği gibi kullanılması amaçlanmaktadır. Mükelleflerin uzlaşma, dava açma ve savunma gibi yasal haklarını kullanabilmeleri için tarhiyatın dayanağı olan ve tarhiyatın yapılma sebebiyle matrah farkının tespitine dair hesaplamaların nasıl yapıldığına dair açıklamaları içeren takdir komisyonu kararının, vergi inceleme raporunun ve tarhiyata dayanak alınan mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmesi gerekmektedir.

Mükellefin, kendisine karşı hangi suçun isnat edildiğini öğrenme ve bu duruma göre savunma yapma hakkı elinden alınmamalıdır. Aksi takdirde kendisine ait bilgilerin verilmemesi, 213 Sayılı V.U.K. Md. 5 “Vergi Mahremiyeti” kapsamında değerlendirilemez.  Sadece vergi ve ceza ihbarnamesiyle vergi inceleme raporu tebliğ edilmek suretiyle, işlemlerin dayanağı mükellef adına düzenlenen vergi tekniği raporunun mükellefe tebliğ edilmemesi mükellef hakkında tesis edilen işlemi hükümsüz kılacak nitelikte esasa etkili bir şekil hatası oluşturmaktadır. Mükellefin bu konudaki iddiaları gözetilmeden davanın esastan incelenerek karar verilmesi hukuka uygun görülmemektedir.

Davacının talebinin özeti:

Davacı şirket hakkında bir kısım hâsılatını kayıt ve beyan dışı bıraktığı ve sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlemek suretiyle komisyon geliri elde ettiği yolunda vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak Mart ila Aralık 2010 dönemi için salınan katma değer vergisiyle tekerrür hükümleri dikkate alınarak kesilen vergi zıyaı cezası dava konusu yapılmıştır.

Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi:

Davacı mükellef hakkında düzenlenen vergi tekniği raporunda yer alan tespitlerin değerlendirilmesinde,  davacının düzenlediği faturaların kaçak akaryakıt satışını gizlemeye yönelik olduğu kabul edilmiştir. Davacı mükellefin gerçek dışı giderlerle şirkete ait olmayan giderler ve komisyon karşılığı satılan faturalar sebebiyle elde ettiği komisyon gelirinin resen takdir edilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığına karar verilmiştir. İnceleme elemanı naylon fatura düzenleme karşılığı elde edilen safi kazancın düzenlenen fatura bedelinin %2’si olarak esas alınarak, ödenmesi gereken katma değer vergilerini hesaplamıştır.  Belirlenen bu tutarları katma değer vergisi matrahları olarak resen takdir edilmiştir.  Danıştay içtihatları ve mahkeme kararlarında benzer olaylarda uygulanan komisyon ve karlılık oranları nazara alınarak belirlendiği anlaşılan bu matrah üzerinden yapılan davaya konu katma değer vergisi tarhiyatı hukuka uygundur.  Vergi zıyaı cezasına dair ise, davacıya daha önce 17.3.2008 tarihinde tebliğ edilen ihbarnameyle ceza kesildiği ve dava açılmaksızın kesinleşmesi sebebiyle vergi zıyaı cezasına tekerrür hükümlerinin uygulanmasında da hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Ancak davacı mükellefe, tarhiyatın dayanağı vergi tekniği raporunun tebliğ edilmediği bu suretle savunma hakkının kısıtlandığı ileri sürülmüştür. Vergi tekniği raporuna göre düzenlenen vergi inceleme raporlarının cezalı tarhiyatlarla birlikte, vergi tekniği raporunun bir kısmının ise yargılama sürecinde davacı mükellefe tebliğ edilmiştir.  Ayrıca vergi tekniği raporunun resen incelenerek karara esas alındığı dikkate alındığında, teknik raporun tebliğ edilmemesinin yargılama ve savunma sürecini kusurlandırıcı nitelikte görülmediği gerekçesiyle vergi idare mahkemesi davayı reddetmiştir.

Danıştay Dördüncü Dairesi:

Mükelleflerin uzlaşma, dava açma ve savunma gibi yasal haklarını kullanabilmeleri için tarhiyatın dayanağı olan ve tarhiyatın yapılma sebebiyle matrah farkının tespitine dair hesaplamaların nasıl yapıldığına dair açıklamaları içeren takdir komisyonu kararının, vergi inceleme raporunun veya tarhiyata dayanak alınan mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmesi gerekir şeklinde karar vermiştir.

Bu niteleme karşısında takdir komisyonu kararının, inceleme raporunun veya mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmemesi, basit şekil noksanlığı olarak mütalaa edilmez. Kişilerin özel hayatlarıyla ilgili bilgilerin gizliliğinin korunması Anayasal temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alınmıştır. Vergilendirme işlemi sırasında da bu hakkın korunması için vergi hukukunda vergi mahremiyeti ilkesine yer verilmiştir.

 V.U.K. Md.108 göre:

Tebliğ olunan vesikalar, esasa müessir olmayan şekil hatalarından dolayı hukuki kıymetlerini kaybetmezler. Yalnız vergi ihbarı ile ilgili vesikalarda mükellefin adının verginin nevi veya miktarının, vergi mahkemesinde dava açma süresinin hiç yazılmamış olması veyahut bu vesikaların görevli bir makam tarafından tanzim edilmemiş bulunması vesikayı hükümsüz kılar. Vergi mahremiyetine uymak zorunda olan kişilerin, görevleri dolayısıyla mükellef veya mükellefle ilgili kişilerin şahıslarına dair olarak elde ettikleri ve gizli kalması gereken bilgileri açıklamaları, kullanmaları ve üçüncü şahıslara kullandırmaları yasaktır.

Vergi mahremiyeti mükellefler açısından kendilerine ait gizli bilgileri güvenle vergi dairesine verebilmelerini sağlamaktadır. Bu nedenle, mükellefler hakkında kendilerine ait bilgilerin verilmemesi bu madde kapsamında değerlendirilemeyecektir. Davacı şirket adına hakkında düzenlenen vergi tekniği raporunda yer alan tespitler dikkate alınarak düzenlenen vergi inceleme raporları uyarınca yapılan cezalı vergilendirmenin kaldırılması istemiyle dava açılmıştır.

Dosyada, davacıya dava açmadan önce ilgili vergi tekniği raporuna atıfla düzenlenen vergi inceleme raporlarının tebliğ edildiği, ancak; tarh nedenini, matrahın bulunuş yöntemini ve tarhiyatın dayanağına dair bilgi ve belgelerin, davacı hakkında düzenlenen vergi tekniği raporunun tebliğ edilmediği anlaşılmıştır.

Dava esnasında davacının vergi dairesi müdürlüğünden talep etmesi üzerine vergi tekniği raporunun belirli bir kısmının tebliğ edilmesi üzerine, davacı mükellefe hangi suçun isnat edildiğini öğrenme ve bu duruma göre savunma yapma hakkının elinden alındığı anlaşılmıştır. Bu durumda, davacının savunma hakkının engellendiği tartışmasız kabul edilmelidir. Davacı mükellefe, kendisine ait bilgilerin verilmemesi 213 Sayılı V. U. Kanunun vergi mahremiyeti kapsamında değerlendirilemez. Sadece vergi ve ceza ihbarnamesiyle takdir komisyonu kararı tebliğ edilmek suretiyle, işlemlerin dayanağı vergi tekniği raporunun davacıya tebliğ edilmemesinde hukuka uygunluk bulunmadığından bu husus dikkate alınmadan verilen Mahkeme kararında yasaya uyarlık görülmediği gerekçesiyle vergi idare mahkemesinin kararını bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi, aynı hukuksal nedenler ve gerekçeyle ilk kararında ısrar etmiştir.

Israr kararı davacı mükellef tarafından temyiz edilmiş ve taraflarına vergi inceleme raporlarının tebliğ edilmesine karşın, asıl tarh nedenini gösteren vergi tekniği raporunun tebliğ edilmediği, savunma haklarının kısıtlandığı ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.

Danıştay Tetkik Hâkiminin görüşü:   

Davacı mükellef hakkında tesis edilen cezalı vergilendirme işlemi vergi inceleme raporuna dayanılarak yapılmıştır. Söz konusu inceleme raporunun davacıya tebliğ edildiği anlaşıldığından, davacı adına düzenlenen vergi tekniği raporunun davacıya tebliğ edilmemiş olması, vergilendirmeyi sakatlayan bir husus olarak düşünülmeyecektir. Temyiz isteminin bu sebeple ısrar hükmü yönünden reddine, işin esası yönünden temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Danıştay Dördüncü Dairesine gönderilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu kararı:

Tebligat işlemleri tamamlandığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca karar verilmesine gerek görülmeyerek, dosyadaki belgeler incelendi gereği görüşüldü:

Davacı mükellef şirketin bir kısım hâsılatını kayıt ve beyan dışı bıraktığı ve sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlemek suretiyle komisyon geliri elde ettiği yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak Mart ila Aralık 2010 dönemi için salınan katma değer vergisiyle tekerrür hükümleri dikkate alınarak kesilen vergi zıyaı cezasına karşı açılan davayı reddeden vergi mahkemesi ısrar kararı temyiz edilmiştir. Anayasasının “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.” kuralı yer almaktadır. Anayasanın 125. maddesinde de, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükme bağlanmıştır.

213 Sayılı V. U. K. Md. 20 göre:

Verginin tarhı, vergi alacağının kanunlarında gösterilen matrah ve nispetler üzerinden vergi dairesi tarafından hesaplanarak bu alacağı miktar itibariyle tespit eden idari muameledir. Md. 21. tebliğin, vergilendirmeyi ilgilendiren ve hüküm ifade eden hususların yetkili makamlar tarafından mükellefe veya ceza muhatabına yazıyla bildirilmesidir.  Md.34. ikmalen ve resen tarh edilen vergilerin ihbarname ile ilgililere tebliğ olunması gerekir.

Md. 35/1 fıkrasında, ihbarnamelerde:

* İhbarnamenin sıra numarası;

* İhbarnamenin tanzim tarihi;

* Verginin nevi;

* Mükellefin soyadı, adı -Tüzelkişilerde unvanı;

* Mükellefin açık adresi;

* Vergilendirme dönemi;

* Verginin matrahı;

* Verginin hesabı;

* Verginin miktarı;

* Kısa ve açık bir ifade ile ikmalen veya resen vergi tarhını gerektiren sebepler,

35/2. fıkrasında, takdir komisyonu kararı üzerine tarh edilen vergilerde kararın ve resen takdiri gerektiren inceleme raporunun birer suretinin ihbarnameye eklenmesi öngörülmüştür.

V.U.K. Md. 93 Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzelkişilere posta vasıtasıyla ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmeyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir. Şu kadar ki, ilgilinin kabul etmesi şartıyla, tebliğin daire veya komisyonda yapılması caizdir.

Vergilendirmeyle ilgili olup tebliğ zorunluluğu bulunmayan tek istisnai işlemin tahakkuk fişi düzenlenmesi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Petrol ürünleri imalat ve ticari faaliyetinde bulunan davacı mükellef hakkında, kaçak akaryakıt satışı ve komisyon karşılığı sahte fatura düzenleme işiyle uğraştığı yolunda düzenlenen Vergi Tekniği Raporuna göre düzenlenen vergi inceleme raporları uyarınca yapılan cezalı vergilendirmenin kaldırılması istemiyle dava açılmıştır.

İncelenen dosyada, davacıya anılan vergi tekniği raporuna atıfla düzenlenen vergi inceleme raporlarının tebliğ edildiği, ancak tarh nedenini, matrahın bulunuş yöntemini ve tarhiyatın dayanağına dair bilgi ve belgelerin davacı mükellef hakkında düzenlenmiş vergi tekniği raporunun tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır.

213 sayılı V.U.K.Md. 34 göre: ikmalen ve resen tarh edilen vergilerin ilgilisine ihbarnameyle tebliğ edilmesine dair düzenlemesine bağlı olarak, 35/2. fıkrasında varsa takdir komisyonu kararı veya inceleme raporunun birer suretinin ihbarnameye eklenmesini öngören düzenlemesi, talep veya dava hakkının gereği gibi kullanılmasını amaçlamaktadır.

Buradan, mükelleflerin uzlaşma, dava açma ve savunma gibi yasal haklarını kullanabilmeleri için tarhiyatın dayanağı olan ve tarhiyatın yapılma sebebiyle matrah farkının tespitine dair hesaplamaların nasıl yapıldığına dair açıklamaları içeren takdir komisyonu kararının, vergi inceleme raporunun ve tarhiyata dayanak alınan mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, davacı mükellefe hangi suçun isnat edildiğini öğrenme ve bu duruma göre savunma yapma hakkı elinden alındığı gibi kendisine ait bilgilerin verilmemesi, Vergi Mahremiyeti kapsamında da değerlendirilemeyecektir. Davacı mükellefe, sadece vergi ve ceza ihbarnamesiyle vergi inceleme raporu tebliğ edilmek suretiyle, işlemlerin dayanağı olan mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun tebliğ edilmemesi mükellef hakkında tesis edilen işlemi hükümsüz kılacak nitelikte esasa etkili bir şekil hatası olduğu kabul edilmelidir.  Davacı mükellefin bu konudaki iddiaları gözetilmeden davanın esası incelenerek verilen karar hukuka uygun görülmemiştir.

SONUÇ:

Yukarıda özetlediğimiz Danıştay Vergi Daireleri Genel Kurulu 18.06.2014 tarihinde mükellef adına düzenlenen vergi tekniği raporunun mükellefe tebliğ edilmemesini işlemi hükümsüz kılacak nitelikte esasa etkili bir şekil hatası olduğunu kabul ederek cezalı vergilendirmenin iptaline karar vermiştir.

Vergici ve Muhasebeciyle DİYALOG NİSAN 2018 SAYISINDA YAYINLANDI.

Kaynakça:

213 sayılı VUK ve D.V.D.G.K. 18.06.2014 T. 2014-304 E.2014-563K.


Kaynak: İşbu içerik, Avukat Erol TÜRK’ün özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hakları ve sorumluluğu yazara aittir.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


YAZARIN DİĞER YAZILARI

Ayıplı Mal Satışında Tüketicinin Hakları

Anonim Şirkette Hisse Devri

Anonim Şirketi Temsil Yetkisi

Bağış Sözleşmesi Kurulması

Mal Değişim Sözleşmeleri

Belirsiz Alacak Davaları

Arabuluculuk

Derhal Fesih Hakkını Kullanma Süresi

Anonim Şirketlerin Denetimi

]]>
https://www.muhasebenews.com/vergi-teknigi-raporu-mukellefe-teblig-edilmelidir/feed/ 0
LTD.ŞTİ.’nin Sona Erme Sebepleri Nelerdir? https://www.muhasebenews.com/ltd-sti-nin-sona-erme-sebepleri-nelerdir/ https://www.muhasebenews.com/ltd-sti-nin-sona-erme-sebepleri-nelerdir/#respond Tue, 14 May 2019 18:00:33 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=20397 1- LTD.ŞTİ. SONA ERME SEBEPLERİ NELERDİR?
Limited şirket aşağıdaki hâllerde sona erer;
1.1- Şirket sözleşmesinde öngörülen sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesiyle,
1.2- Genel kurul kararıyla,
1.3- İflasın açılmasıyla,
1.4- Kanunda öngörülen diğer sona erme hâllerinde.

2- ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ HANGİ HALLERDE LTD.ŞTİ. FESHİNE KARAR VEREBİLİR?
Uzun süreden beri şirketin kanunen gerekli organlarından biri mevcut değilse veya genel kurul toplanamıyorsa, ortaklardan veya şirket alacaklılarından birinin şirketin feshini istemesi üzerine şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, müdürleri dinleyerek şirketin, durumunu Kanuna uygun hâle getirmesi için bir süre belirler, buna rağmen durum düzeltilmezse, şirketin feshine karar verir.

2.1- Haklı sebeplerin varlığında, her ortak mahkemeden şirketin feshini isteyebilir. Mahkeme, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebilir.

2.2- Fesih davası açıldığında mahkeme taraflardan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alabilir.

***Sona ermenin sonuçlarına anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır.

3- LTD.ŞTİ. SONA ERMESİNİN TESCİL VE İLAMI NASIL YAPILIR?
Sona erme, iflastan ve mahkeme kararından başka bir sebepten ileri gelmişse müdür, birden fazla müdürün bulunması hâlinde en az 2 müdür, bunu ticaret siciline tescil ve ilan ettirir.


Kaynak: Türk Ticaret Kanunu
Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


BENZER İÇERİKLER


Tasfiye Dönemi Zarar İle Kapanırsa Fazla Ödenen Vergi İade Edilir mi?

 

Tasfiye Halindeki Bir Şirket Birleşmeye Katılabilir mi?

Anonim Şirketlerde Tasfiye Hangi Hallerde Olur?

Tasfiye Süresi Nedir ve Ne Zaman Başlar?

Limited Şirketlerde Tasfiye Hangi Hallerde Olur?

Tasfiyeye Giren Şirketin Özel Fon Hesabındaki Hibe Tutarları Gelir Sayılır mı?

Şirket nasıl tasfiye edilir?

Fesih, tasfiye ve iflas hallerinde vergi dairesi kapanışı nasıl yapılır?

Tasfiye yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik yayınlandı – 3 Haziran 2018

Tasfiye edilerek ticaret sicilinde tüzel kişiliği sona eren kurumlar vergisi mükellefleri hakkında yapılacak tarhiyatlar nasıl olacaktır?

 

]]>
https://www.muhasebenews.com/ltd-sti-nin-sona-erme-sebepleri-nelerdir/feed/ 0
Ücret ve Tazminat Alacaklarına Faiz İstenebilir mi? https://www.muhasebenews.com/ucret-tazminat-alacaklarina-faiz-istenebilir-mi/ https://www.muhasebenews.com/ucret-tazminat-alacaklarina-faiz-istenebilir-mi/#respond Thu, 25 Oct 2018 05:00:47 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17724 KONU: Davacının Ücret Alacaklarının Faizini İstediği Anlaşılmaktadır. Faiz Alacağı Asıl Alacağın Tabi Olduğu Zamanaşımı Süresine Tabidir. Davalı Süresinde Ek Dava Dilekçesine Karşı Zamanaşımı Definde Bulunmuştur. Bu Durum Karşısında Davalının, 20.01.2011 Tarihli Ek Dava Dilekçesine Karşı Zamanaşımı Defi Değerlendirilerek Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerekir.

İLGİLİ KANUN MADDELERİ:
(818/md.125)

6098/md.146
5521/md.7
6100/md. 141,316,447
4857/md.5,26,28,31,32

Davacı, ücret alacağı faizi, ücret alacağı fark faizi, tasarrufu teşvik fonu ana para ve nema alacağı faizi, yıllık izin ücreti faizi, yakacak yardımı alacağı faizi, ilave tediye alacağı faizi, akdi ikramiye alacağı faizi ve yolluk alacağı faizi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A) DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı, davalı belediyede işçi olarak çalışırken 14/12/2006 tarihinde emekli olduğunu, emekli olduktan sonra verdiği dilekçe ile alacaklarının ödenmesini talep ederek, faize ilişkin haklarını saklı tuttuğunu, alacakların ödenmesi hususunda protokol yapıldığını, protokoldeki taahhütlerin yerine getirilmediğini, hak kazanılan alacakların geç ödenmesi nedeniyle ücret alacağı faizi, ücret farkı alacağı faizi, tasarrufu teşvik fonu ana para ve nema alacağı faizi, yıllık izin alacağı faizi, yakacak yardımı alacağı faizi, ilave tediye alacağı faizi, akdi ikramiye alacağı faizi, yolluk alacağı faizi alacaklarını istemiştir.

 B) DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı, davacı ile 03/07/2007 tarihli protokol imzalandığını, bu protokole göre tüm alacaklarının kendisine ödendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalı belediyenin protokole uymadığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) TEMYİZ:
Kararı davalı, zamanaşımı definin değerlendirilmediği gerekçesi ile temyiz etmiştir.

E) GEREKÇE:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

Hemen belirtmelidir ki gerek İş Kanunu’nda gerekse Borçlar Kanunu’nda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125’inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146’ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötü niyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun; 5’ inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28’inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.

Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet akdinin feshedildiği tarihtir.

Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.

İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.

Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir

Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanunu’nun 117’inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151’inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).

Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).

6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)

Türk Borçlar Kanunu’nun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7’nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447’inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319’uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür.
Somut olayda, davacının ücret alacaklarının faizini istediği anlaşılmaktadır. Faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresine tabidir. Davalı süresinde ek dava dilekçesine karşı zamanaşımı definde bulunmuştur. Bu durum karşısında davalının, 20.01.2011 tarihli ek dava dilekçesine karşı zamanaşımı defi değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 08/03/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak: Yargıtay – 9. Hukuk Dairesi – E. 2016/1673 – K. 2016/5235 – T. 08.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/ucret-tazminat-alacaklarina-faiz-istenebilir-mi/feed/ 0
Sözlü İstifa Eden İşçinin Kıdem ve İhbar Tazminat Alma Hakkı Var mı? https://www.muhasebenews.com/sozlu-istifa-eden-iscinin-kidem-ihbar-tazminat-alma-hakki-var-mi/ https://www.muhasebenews.com/sozlu-istifa-eden-iscinin-kidem-ihbar-tazminat-alma-hakki-var-mi/#respond Wed, 24 Oct 2018 07:30:53 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17814 KONU: İkinci Dönem Çalışmasında, İşyerinde Yapılan Bir Toplantıda İşyeri Yetkilisinin İşe Yönelik Talimatlarıyla İlgili Davacının Yetkili İle Tartıştığı, Yetkilinin Verilen Talimatının Uygulanacağını Dile Getirmesi Üzerine “Burası Askeriye Değil Sizinle Çalışamam” Deyip İstifa Edip Gittiği, İş Akdinin Bu Şekilde Sona Erdiği, İşyeri Yetkilisinin Göreve Yönelik Talimatlarının İşle İlgili Olup Herhangi Bir Hakaret Ya da Haklı Fesih Gerektiren Olumsuz Bir Davranışın İspatlanamayışı Karşısında Davacının İstifasının Haklı Nedene Dayanmadığı Anlaşıldığından, Mahkemece, Emeklilik Tarihine Kadar Olan Dönem İçin Tazminat Ödendiğinden Ve 2. Dönem Çalışmasının Da İstifa İle Sonuçlandığı Anlaşıldığından Kıdem Tazminatı Talebinin Reddi Gerekirken Yerinde Olmayan Gerekçe İle Kabulü Hatalıdır.

İLGİLİ KANUN MADDESİ:
4857/md.12

A) DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı, davalıya ait işyerinde yönetici memur olarak 1990 yılında çalışmaya başladığını, 1998 yılında emekli olmasına rağmen çalışmaya devam ettiğini, iş sözleşmesinin işverence haksız şekilde fesih edildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ve yemek ücreti alacaklarının tahsilini, istemiştir.

B) DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı, davacının istifa edip işten ayrıldığını, tüm haklarının ödendiğini ve alacağı olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

C) YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, “Davacının 18.10.2011 tarihi itibariyle istifa ederek isten ayrıldığı tüm dosya kapsamında anlaşılmış feshin haklı nedene dayalı olduğunu davacı somut delillerle ispat edememiştir. Bu nedenle 20.08.1998-18.10.2011 tarihleri arasındaki dönem için kıdem tazminatı hakkı yoktur. İstifa eden işçinin 4857 sayılı yasa kapsamında ihbar tazminatı hakkı da olmadığından davacının ihbar tazminatı talebi reddedilmiştir. Ancak davacı 20.08.1998 tarihinde emekli olduğundan 01.11.1990-20.08.1998 tarihleri arasındaki dönem için kıdem tazminatı hakkı mevcuttur” gerekçesi ile kıdem tazminatı ile fazla çalışma ücretine hükmedilip diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.

D) TEMYİZ:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.

E) GEREKÇE:
1-
Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının tüm davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacı vekili dava dilekçesinde davacının 01.11.1990 tarihinde davalı işyerinde çalışmaya başladığını ve iş sözleşmesinin sona erdiği 18.01.2011 tarihine kadar çalıştığını iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı talebinde bulunmuşken yargılama sırasında verdiği dilekçe ve 20.11.2013 tarihli celsede 1998 yılında emeklilik nedeni ile sona eren dönem için tazminatını aldığını belirterek 2. dönem için talepte bulunduğunu açıkça beyan ederek talebini emeklilik sonrası çalışmaya hasretmesi karşısında Mahkemece 2. dönem çalışması için hesaplanan miktarın 1. dönem çalışması karşılığı gibi hüküm altına alınması hatalıdır.
Kaldı ki dosyadaki bilgi ve belgeler ile tanıkların ortak anlatımlarına göre, ikinci dönem çalışmasında, işyerinde yapılan bir toplantıda işyeri yetkilisinin işe yönelik talimatlarıyla ilgili davacının yetkili ile tartıştığı, yetkilinin verilen talimatının uygulanacağını dile getirmesi üzerine “burası askeriye değil sizinle çalışamam” deyip istifa edip gittiği, iş akdinin bu şekilde sona erdiği, işyeri yetkilisinin göreve yönelik talimatlarının işle ilgili olup herhangi bir hakaret ya da haklı fesih gerektiren olumsuz bir davranışın ispatlanamayışı karşısında davacının istifasının haklı nedene dayanmadığı anlaşıldığından, Mahkemece, emeklilik tarihine kadar olan dönem için tazminat ödendiğinden ve 2. dönem çalışmasının da istifa ile sonuçlandığı anlaşıldığından kıdem tazminatı talebinin reddi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile kabulü hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 14.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak: Yargıtay-9. Hukuk Dairesi-E. 2014/34785-K. 2016/5900-T. 14.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/sozlu-istifa-eden-iscinin-kidem-ihbar-tazminat-alma-hakki-var-mi/feed/ 0
Vekalet Sözleşmesi İle Çalışanların İş Bitiminde Tazminat Talep Etme Hakları Var mıdır? https://www.muhasebenews.com/vekalet-sozlesmesi-ile-calisanlarin-is-bitiminde-tazminat-talep-etme-haklari-var-midir/ https://www.muhasebenews.com/vekalet-sozlesmesi-ile-calisanlarin-is-bitiminde-tazminat-talep-etme-haklari-var-midir/#respond Mon, 22 Oct 2018 15:00:25 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=22112 İLGİLİ KANUN MADDELERİ:  4857 Sayılı İş Kanunu (Md.8) – 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu (Md.1)

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.06.2013 gün ve 2011/351 E., 2013/404 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 20.01.2015 gün ve 2013/24966 E., 2015/615 K. sayılı kararı ile;

DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, davacının davalıya ait iş yerinde avukat olarak çalıştığını ileri sürerek, ihbar ve kıdem tazminatı ile özel tazminat alacağı istemiştir.

DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili, davacı ile davalı arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığını belirterek, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.

TEMYİZ:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.

GEREKÇE:
1- Davacı temyizi yönünden;Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının tüm temyiz itirazlarının reddine,

2- Davalı temyizi yönünden;Uyuşmazlık taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı İş Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca “iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş göreme (emek) ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici unsurlarıdır.

İş sözleşmesini diğer iş görme sözleşmeleri olan eser ve vekalet sözleşmelerinden ayırt edici en önemli kıstas bağımlılık ilişkisidir. Her üç sözleşmede iş görme edimini yerine getirenin iş görülen kişiye (işveren-eser sahibi veya temsil edilen) karşı ekonomik bağlılığı vardır.

İş sözleşmesinde işçi, belirli veya belirsiz süreli olarak işveren için çalışır. Vekalette ise vekilin belli bir zamana bağlı olarak çalışması söz konusu değildir. Vekil kural olarak uzmanlığı bakımından iş sahibinin talimatları ile bağlı değildir. İş sözleşmesinin varlığı, ücretin ödenmesini gerektirir. Oysa vekalet için ücret zorunlu bir unsur değildir. Vekalet sözleşmesine ilişkin hükümlerde, iş sözleşmesinin aksine sosyal nitelikte edimlere ve koruma yükümlülüklerine rastlanmaz. Bağımsız olarak iş gören, bu sebeple faaliyetini sürdüreceği zamanı belirlemede kısmen de olsa serbestliğe sahip olan, bütün zamanını tek bir müvekkile hasretmek zorunda olmayan vekil, farklı kişilerle ayrı vekalet sözleşmeleri yapabilmekte ve bu şekilde ekonomik olarak tek bir işveren bağlı olmaktan kurtulmaktadır.

İş sözleşmesini belirleyen kriter hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık, işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki davranışlarına ilişkin talimatlara uyma yükümlülüğünü üstlenmesi ile doğar. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirmektedir. İşçinin bu anlamda işveren karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. Bu anlamda işveren ile işçi arasında hiyerarşik bir bağ vardır. İş sözleşmesine dayandığı için hukuki, işçiyi kişisel olarak işveren bağladığı için kişisel bağımlılık söz konusudur.

İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini; işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait iş yerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Sayılan bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin bir ölçü teşkil etmez. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken, kendi yaratıcı gücünü kullanması, işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bu bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. Çalışanın işyerinde kullanılan üretim araçlarına sahip olup olmaması, kar ve zarara katılıp katılmaması, girişimcinin sahip olduğu karar verme özgürlüğüne sahip olup olmaması bağımlılık unsuru açısından önemlidir.

Yukarıda sayılan ölçütler yanında, özellikle bağımsız çalışanı, işçiden ayıran ilk önemli kriter, çalışan kişinin yaptığı işin yönetimi ve gerçek denetiminin kime ait olduğudur. İşçi işverenin yönetim ve sorumluluğu altında işleyen bir organizasyon içinde yer alır. Çalışma saatleri kesin veya esnek biçimde, keza işin yapılacağı yer işverence belirlenir. İş araçları ve dokümantasyonu genelde işverence sağlanır. Bu kriter içinde değerlendirilebilecek alt kriter ise çalışanın, kendisine mi yoksa başkasına mı ait iş yada hizmet organizasyonu kapsamında iş yaptığıdır. İşçinin işveren tarafından önceden belirlenen amaca uyma yükümlülüğü var iken, bağımsız çalışanın böyle bir yükümlülüğü yoktur.

İşçinin önceden iş şartlarını belirleme yetkisi, işim yapılması sırasında kullanılacak araçları seçmesi, işin yapılacağı yer ve zamanı belirleme serbestisi yoktur. Çalışan kişi işin yürütümünü kendi organize etse de, üzerinde iş sahibinin belirli ölçüde kontrol ve denetimi söz konusuysa, iş sahibine bilgi ve hesap verme yükümlülüğü varsa, doğrudan iş sahibinin otoritesi altında olmasa da bağımlı çalışan olduğu kabul edilebilir. Bu bağlamda çalışanın işini kaybetme riski olmaksızın verilen görevi reddetme hakkına sahip olması (ki bu iş görme borcunun bir ifadesidir) önemli bir olgudur. Böyle bir durumda çalışan kişinin bağımsız çalışan olduğu kabul edilmelidir. Vekilin bağımsızlığı mutlak değilse de, iş sahibinin ısrarlı talimatı karşısında uyarması dışında, dilediği zaman sözleşmeyi sona erdirme hakkı, vekilin bir ölçüde işveren karşısında bağımsızlığını bir ölçüde korumaktadır. Oysa işçi, işin gerçekleştirilmesi yönünden amaca uygun olmadığını düşündüğü bir talimatı, işverenin ısrarı karşısında yerine getirmek zorundadır.

Çalışanın münhasıran aynı iş sahibi için çalışması da, tek başına yeterli olmasa da aralarında bağımlılık ilişkisi bulunduğuna ispat oluşturabilir.

Kural olarak işçi sayılan kişinin kendi işçileri ve müşterileri bulunmaz. Bu kapsamda dikkate alınabilecek bir ölçütte, münhasıran bir iş sahibi için çalışan kişinin, ücreti kendisi tarafından ödenen yardımcı eleman çalıştırıp çalıştırmadığı, işin görülmesinde ondan yaralanıp yararlanmadığıdır. Bu durumun varlığı çalışma ilişkisinin bağımsız olduğunu gösterir.

Avukat ile yapılan sözleşmede takip edilen dava ve icra dosyaları sebebiyle aylık sabit ücret ödeneceğinin öngörülmesi, taraflar arasındaki ilişkiye iş ilişkisi niteliğini kazandırmaz.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde iş mahkemelerinin görevi, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi” olarak belirlenmiş olmakla, işçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir.

Somut olayda, davacının serbest avukat olarak ayrı ve bağımsız bir bürosunun bulunduğu, kendisine verilen iş ve işlemleri aldıktan sonra, kendi belirlediği iş organizasyonu ve çalışma programı içerisinde, işverenin çalışma dönemi, mesai ve iş konusunda herhangi bir talimatı olmadan takip edip sonuçlandırdığı, sadece iş sahibi davalıya yapılan iş ve işlemlere ilişkin olarak bilgi ve raporlar verdiği, bu durumun iş sahibi davalıya bağımlı iş görme olarak değerlendirilmeyeceği; ayrıca, taraflar arasında yapılan sözleşmelerde davacının başka iş almasını yasaklayan hüküm bulunmaması ve davalı şirketin kendi bünyesinde çalıştırdığı sigortalı avukatlarının da bulunması dikkate alındığında, taraflar arasındaki hukuki ilişkide iş sözleşmesinin belirleyici unsuru olan hukuki ve kişisel bağımlılığın varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Bu durumda, davacı ile davalı arasındaki ilişkinin vekalet ilişkisine dayandığı anlaşılmakla, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüm yeri genel mahkemeler olduğundan, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, davanın esasına girilerek karar verilmesi hatalıdır…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ:
Davalı şirket vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 01.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

Kaynak: Yargıtay – Hukuk Genel Kurulu – E. 2015/3235 – K. 2017/381 – T. 01.03.2017

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/vekalet-sozlesmesi-ile-calisanlarin-is-bitiminde-tazminat-talep-etme-haklari-var-midir/feed/ 0
Limited Şirketlerde Tasfiye Hangi Hallerde Olur? https://www.muhasebenews.com/limited-sirketlerde-tasfiye-hangi-hallerde-olur/ https://www.muhasebenews.com/limited-sirketlerde-tasfiye-hangi-hallerde-olur/#respond Mon, 17 Sep 2018 20:15:47 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=18409 1- Limited şirket aşağıdaki hallerde sona erer;
1.1- Şirket sözleşmesinde öngörülen sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesiyle,
1.2- Genel kurul kararı ile
1.3- İflasın açılması ile
1.4- Kanunda öngörülen diğer sona erme hallerinde.

2- Uzun süren beri şirketin kanunen gerekli organlarından biri mevcut değilse veya genel kurul toplanamıyorsa, ortaklardan veya şirket alacaklılarından birinin şirketin feshini istemesi üzerine şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, müdürleri dinleyerek şirketin, durumunu Kanuna uygun hale getirmesi için bir süre belirler, buna rağmen durum düzeltilmezse, şirketin feshine karar verilir.

3- Haklı sebeplerin varlığında, her ortak mahkemeden şirketin feshini isteyebilir. Mahkeme, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebilir.

4- Fesih davası açıldığında mahkeme taraflardan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alabilir.

***Sona ermenin sonuçlarına anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır.

Kaynak: Türk Ticaret Kanunu

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/limited-sirketlerde-tasfiye-hangi-hallerde-olur/feed/ 0
Görev Yeri Değişikliği İşçinin İş Akdini Feshedebilmesi İçin Geçerli Bir Sebep midir? https://www.muhasebenews.com/gorev-yeri-degisikligi-iscinin-is-akdini-feshedebilmesi-icin-gecerli-bir-sebep-midir/ https://www.muhasebenews.com/gorev-yeri-degisikligi-iscinin-is-akdini-feshedebilmesi-icin-gecerli-bir-sebep-midir/#respond Thu, 18 Jan 2018 03:00:53 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=22573 İLGİLİ KANUN MADDELERİ: 1475/md.14 – 4857/md.24,26

KONU: Görev yeri değişikliğinin iş şartlarında esaslı değişiklik olup olmadığı araştırılmadığı gibi davacı tanığı beyanına göre davacıya baskı aracı ve cezalandırma aracı olarak kullanılmıştır. Böyle bir davranış temadi ettiğinden iş şartlarındaki bu değişiklik ve baskı işçiye haklı fesih hakkı verecektir. Mahkemece bu hususlar araştırılmadan eksik inceleme ile kıdem tazminatının reddi hatalıdır. 

Davacı, kıdem tazminatı ile manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi.

A) DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, davacının davalı üniversitenin asıl işverenliğinde tıp fakültesi iş yerinde 01.04.2010-23.10.2013 tarihleri arasında güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesini kendisine hakaret edilmesi ve mobbing uygulanması nedeni ile haklı nedenle fesih ettiğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatı talep etmiştir.

B) DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili, davalı üniversitenin güvenlik hizmetini ihale yolu ile ve hizmet alımı sureti ile karşıladığı için kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

C) YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının davalı üniversiteye ait tıp fakültesi iş yerinde güvenlik görevlisi olarak taşeron şirketlerin işverenliğinde hizmet akdi ile çalıştığı, davacı tarafından fesih sebebi yapıldığı iddia edilen söz ve davranışları kimin ne zaman ve ne şekilde gerçekleştirdiği konusunda hiç bir açıklık olmadığı gibi bir an için tanığın ifade ettiği tartışmanın ve sözlerin kastedildiği düşünülse bile akdin haklı nedenle fesih edildiğini söylemenin mümkün olmadığı, hem gerçekleşen olayın fesih tarihinden 1 ay önce yaşanmış olması nedeni ile haklı fesih süresinin geçtiği, hem de esasen güvenlik amirince sarf edilen sözlerin başlı başına davacıya haklı fesih imkanı verebilecek sözler olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

D) TEMYİZ:
Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

E) GEREKÇE:
1-
Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II.b ve f maddeleri uyarınca “işçinin işyerinde şeref ve namusuna dokunulacak sözler söylenmesi veya iş şartlarının ağırlaştırılması işçiye haklı fesih hakkı verir. İşçi temadi etmediği sürece bu fesih hakkını, aynı kanunun 26. Maddesi uyarınca 6 iş günlük süre içinde kullanmalıdır.

Dosya içeriğine göre davacı, amiri konumundaki kişinin hakaret etmesi ve baskı uygulaması nedeni ile iş sözleşmesini feshettiğini iddia etmiştir. Dinlenen davacı tanığı, davacının amiri konumunda olan kişinin davacının işten çıkması için küfür, hakaret, yer değişikliği gibi elinden geleni yaptığını, işten ayrılmadan bir ay önce davacı ile bu kişinin tartışmasına tanık olduğunu, amirin “bir çöplükte iki horoz fazla, senin işten çıkartılman için elinden geleni yapacağım” dediğini, davacının da “elinden geleni ardına koyma” dediğini, güvenlik müdürünün bundan haberi olduğunu beyan etmiş, davalı tanıkları ise davacının gezi olayları nedeni ile panoya asılan bir yazı konusunda güvenlik amirini uyardığını, ancak amirin ilgilenmediğini, fesihten birkaç gün önce ise davacının görev yerinin değiştirildiğini, davacının hemşirelerle sorun yaşaması nedeni ile görev yerinin değiştirildiğini ve sonra gelmediğini belirtmişlerdir.

Somut uyuşmazlıkta davacıya amirinin hakaret olayını davacı tanığı doğrulamıştır. Bir an için bu olaydan sonra davacının hak düşürücü süre içinde fesih hakkını kullanmadığı kabul edilse bile davacının görev yerinin değiştirildiği tanıklarca beyan edilmiştir. Görev yeri değişikliğinin iş şartlarında esaslı değişiklik olup olmadığı araştırılmadığı gibi davacı tanığı beyanına göre davacıya baskı aracı ve cezalandırma aracı olarak kullanılmıştır. Böyle bir davranış temadi ettiğinden iş şartlarındaki bu değişiklik ve baskı işçiye haklı fesih hakkı verecektir. Mahkemece bu hususlar araştırılmadan eksik inceleme ile kıdem tazminatının reddi hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 23.03.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Kaynak: Yargıtay- 9. Hukuk Dairesi- E. 2014/35990- K. 2016/6913-T. 23.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/gorev-yeri-degisikligi-iscinin-is-akdini-feshedebilmesi-icin-gecerli-bir-sebep-midir/feed/ 0
Şirkete Kayıtlı Aracın Başka Araçlara Zarar Vermesi Nedeni İle Mahkeme Kararına İstinaden Ödenen Tazminat Gider Olarak Kaydedilebilir mi? https://www.muhasebenews.com/sirkete-kayitli-aracin-baska-araclara-zarar-vermesi-nedeni-ile-mahkeme-kararina-istinaden-odenen-tazminat-gider-olarak-kaydedilebilir-mi/ https://www.muhasebenews.com/sirkete-kayitli-aracin-baska-araclara-zarar-vermesi-nedeni-ile-mahkeme-kararina-istinaden-odenen-tazminat-gider-olarak-kaydedilebilir-mi/#respond Mon, 18 Dec 2017 12:15:11 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17557 (GİB – ÖZELGE)

Konu: Park halinde iken yanan aracın yanında bulunan diğer araçlara da zarar vermesi nedeniyle ödenen tazminatın gider olarak yazılıp yazılmayacağı hk.
İlgi: 14.08.2013 tarihli ve 11999-3407 sayılı özelge talep formunuz.

İlgide kayıtlı özelge talep formu ve eklerinin incelenmesinden, şirketinizin …’a ait … plakalı araca 13.09.2003 tarihinde 180.-TL bedelle montajsız alarm ünitesi satışı yaptığı, satışın üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra 04.09.2004 tarihinde aracın park halinde iken yandığı ve yanında bulunan park halindeki araçlara da zarar verdiği, açılan dava neticesinde …Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.04.2013 tarihli kararına istinaden 138.941,73 TL tazminat ödendiği belirtilerek, söz konusu ödemenin kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınıp alınamayacağı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun “Safi kurum kazancı” başlıklı 6’ncı maddesinin birinci fıkrasında, kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı; ikinci fıkrasında ise safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40’ıncı maddesinde ticari kazancın tespitinde indirilebilecek giderler sayılmış olup anılan maddenin birinci fıkrasının (3) numaralı bendinde de işle ilgili olmak şartıyla, mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatların gider olarak yazılabileceği belirtilmiştir.

Diğer taraftan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun “Kabul Edilmeyen İndirimler” başlıklı 11’inci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde ise sözleşmelerde ceza şartı olarak konulan tazminatlar hariç olmak üzere kurumun kendisinin, ortaklarının, yöneticilerinin ve çalışanlarının suçlarından doğan maddi ve manevi zarar tazminat giderlerinin kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre, ödenen tazminatların gider yazılabilmesi için işle ilgili olması ve sözleşmeye, ilama veya kanun emrine bağlı bulunması şarttır. Ancak, kurumlarca işle ilgili ödenen tazminatlar sözleşmeye, ilama veya kanun emrine bağlı bulunsa dahi kurumların, ortaklarının, yöneticilerinin ve çalışanlarının kusurundan kaynaklanması halinde gider olarak yazılamamaktadır.

Diğer taraftan, konuya ilişkin olarak … Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.04.2013 tarih ve Esas No:2013/92 Karar No:2013/144 sayılı Kararında; delil tespiti dosyalarında alınan bilirkişi raporları yanında yargılama sırasında 5 ayrı bilirkişi veya bilirkişi kurulundan rapor alındığı dikkate alınarak yeniden bilirkişi raporu alınmasının yargılamaya katkı sağlamayacağı kanaati ile tüm raporların değerlendirildiği belirtilerek,

“Toplanan tüm deliller karşısında, davacı …’ın davalı … Otomobil Fabrikası A.Ş.’nin ürettiği … plakalı … model araca …’ın Denizli bayii … San.ve Tic.Ltd.Şti.’den satın aldığı, davacının aracına 13.09.2003 tarihinde … San.ve Tic.Ltd.Şti. servisinde uzaktan kumanda alarm modülü taktırdığı, 04.09.2004 tarihinde bu araçta … Alay Komutanlığı Lojmanının oto parkında park halinde iken çıkan yangında bu araçla birlikte …plakalı, … plakalı, … plakalı araçlarında tamamen yanarak kullanılmaz hale geldikleri belirlenmiştir.

Aracın halen garanti kapsamında olduğu, araca söz konusu aparatı takan …şirketinin aparatın yol koşulları ve vibrasyona bağlı ekstra bir bakım ve kontrolü varsa bunu bildirmesi gerektiği dikkate alındığında davacının da olayın gerçekleşmesinde kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmış, tüm kusurun söz konusu aparatı araca yanlış monte eden ve hatalı malzeme seçen … şirketine ait olduğu sonucuna varılmıştır.”
denilerek, tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.

Bu çerçevede, söz konusu mahkeme kararına istinaden ödenen tazminatın; kurumunuz ve çalışanlarının kusurundan kaynaklanması nedeniyle 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 11’inci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi uyarınca kurum kazancının tespitinde gider olarak yazılması mümkün bulunmamaktadır.

Kaynak: Denizli Vergi Dairesi Başkanlığı
26 Mayıs 2014 Tarih ve 51421814-125[6-2013/107]-75 Sayılı Özelge

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/sirkete-kayitli-aracin-baska-araclara-zarar-vermesi-nedeni-ile-mahkeme-kararina-istinaden-odenen-tazminat-gider-olarak-kaydedilebilir-mi/feed/ 0
Fazla Mesai Ücretinin Ödenmemesi Halinde İşçinin Dava Açma Hakkı Var mıdır? https://www.muhasebenews.com/fazla-mesai-ucretinin-odenmemesi-halinde-iscinin-dava-acma-hakki-var-midir/ https://www.muhasebenews.com/fazla-mesai-ucretinin-odenmemesi-halinde-iscinin-dava-acma-hakki-var-midir/#respond Tue, 28 Nov 2017 00:00:13 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=17823 KONU: İş Hukukundan Kaynaklanan Alacaklar Bakımından Baştan Belirli Veya Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Belirleme Yapmak Kural Olarak Doğru Ve Mümkün Değildir. Bu Sebeple İş Hukukunda Da Belirsiz Alacak Davasının Açılabilmesi, Bu Davanın Açılması İçin Gerekli Şartların Varlığına Bağlıdır. Eğer Bu Şartlar Varsa, İş Hukukunda Da Belirsiz Alacak Davası Açılabilir, Yoksa Açılamaz. Keza Aynı Şey Kısmî Dava İçin Söz Konusudur. Yukarıda Yapılan Açıklamalar Işığında Eldeki Davaya Konu Somut Olayın Özellikleri Dikkate Alınarak Belirsiz Alacak Davası Yönünden Yapılan Değerlendirmede; Davacı Tarafından Dava Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Açılmış İse De Dava Konusu Talep Belirsiz Alacak Davasının Konusunu Oluşturamayacağından Davanın Hukuki Yarar Yokluğundan Reddine Karar Verilmesi Gerekirken Söz Konusu Talebin Hüküm Altına Alınması Hatalıdır

İLGİLİ KANUN MADDELERİ:
4857/md.14

6100/md.107,109,119

DAVA:
Davacı, kıdem tazminatı alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde üretim işçisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi sebebiyle davacı tarafından haklı sebeple feshedildiğini, ancak kıdem tazminatının ödenmediğini ileri sürerek bu alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir.

DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili, davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacı işçinin haklı sebeple iş sözleşmesini feshettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

TEMYİZ:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

GEREKÇE:
Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasındadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.

6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir.

Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.

Hâkime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn:6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hâkimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtay’ca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hâkimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkânı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkânı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.

Kanun’un kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkân sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usul bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davacı tarafından dava belirsiz alacak davası şeklinde açılmış ise de dava konusu talep belirsiz alacak davasının konusunu oluşturamayacağından davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken söz konusu talebin hüküm altına alınması hatalıdır.

SONUÇ:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 23.03.2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Kaynak: Yargıtay-22. Hukuk Dairesi-E. 2015/769-K. 2016/9195-T. 23.03.2016

Yasal Uyarı: Bu yazıdaki bilgiler sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen bilgilerden yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgilerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.

]]>
https://www.muhasebenews.com/fazla-mesai-ucretinin-odenmemesi-halinde-iscinin-dava-acma-hakki-var-midir/feed/ 0