Haksız Fiil Sorumluluğunda Olağan, Azami Ve İstisnai Zamanaşımı Sürelerinin Durması Veya Kesilmesi İle Daimi Defi Kavramı
Olağan ve Azami Zamanaşımı Süreleri Yönünden
Türk Borçlar Kanunu’nun 153. Maddesinde “zamanaşımının durması” kurumu düzenlenmiş ve aynı kanunun 154. Maddesinde de “zamanaşımının kesilmesi” kurumu düzenlenmiştir.
Zamanaşımının durması, bir alacağın istenmesini güçleştiren veya imkansız kılan bazı sebepler nedeni ile zamanaşımının işlememesidir. Ancak söz konusu sebep veya sebepler ortadan kalktıktan sonra kaldığı yerden işlemeye başlayacak veya kaldığı yerden işlemeye devam edecektir. Zamanaşımının durması için öngörülen sebepler mevcut ise; tazminat davaları bakımından hem olağan hem azami zamanaşımı süresi duracaktır. TBK 153’te gösterilen sebeplerden biri, zamanaşımın başlayacağı sırada mevcutsa, zamanaşımı işlemeye başlamaz; zamanaşımı işlerken ortaya çıkarsa zamanaşımı işlemeye devam etmez. Zamanaşımını durduran sebep devam ettikçe zamanaşımı işlemeyecek ve sebep ortadan kalkınca, zamanaşımı kaldığı yerden işlemeye devam edecektir.
Zamanaşımının kesilmesi ise; borçlunun veya alacaklının veya hakimin belli fiillerinin sonucu olarak, işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeniden, yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır.
Zamanaşımının durması ve kesilmesi arasındaki en önemli fark; zamanaşımının durması kurumunun uygulanması için zamanaşımının işlemeye başlamış olması
şartı aranmazken, zamanaşımının kesilmesi kurumunun uygulama yeri bulabilmesi için öncelikle işleyen bir zamanaşımı süresinin mevcut olması gerekmektedir.
TBK md. 154 uyarınca ise; zamanaşımının kesilmesi için öngörülen sebeplerden bir veya birkaçı mevcutsa o halde hem olağan hem azami zamanaşımı süresi kesilir; ancak zamanaşımını kesen sebeplerin niteliği gereği zarar ve tazminat yükümlüsü hakkında yeterli bilgi sahibi olunacağından, sebep ortadan kalktıktan sonra artık sadece olağan zamanaşımı süresi işleyecek, azami zamanaşımı süresi uygulama yeri bulamayacaktır.
İstisnai (Ceza) Zamanaşımı Süreleri Yönünden
Ceza zamanaşımının durması veya kesilmesi ve buna bağlanan sonuçlar Ceza Kanunu düzenlemelerine tabidir.
Ancak ceza davasının mahkumiyetle veya delil yetersizliği nedeni ile beraat kararı nedeni ile sonuçlanması halinde ceza davasının neticelenmiş olduğu ve bu sebeple, artık ceza davası zamanaşımı söz konusu olamayacağı için hukuk yargılamasında hem olağan hem azami zamanaşımı süreleri uygulama yeri bulacaktır.
Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun emsal teşkil eden bir kararına göre ise; delil yetersizliği nedeni ile verilen ceza mahkemesi kararları hukuk hakimini bağlamayacak, yukarıda ayrıntılı olarak ele alınmış olup bu halde hukuk hakiminin fiilin suç teşkil edip etmeyeceğine yönelik takdirinin söz konusu olacağı belirtilmiştir, ve bu sebeple hukuk hakimi takdir ederse
ceza davası zamanaşımı süresini uygulayabilecektir.
Bizim görüşümüze göre; yukarıda daha önce incelenmiş olan sebepler dolayısıyla, beraat kararının delil yetersizliği ile olması halinde fiilin suç teşkil edip etmediğine ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı ve bu sebeple hukuk hakiminin fiile ilişkin takdir yetkisini kullanacağı kabul edildiğinden, hukuk yargılamasında TBK düzenlemeleri ışığında, halen ceza davası zamanaşımı süresinin uygulama yeri bulması gerekmektedir.
Daimi Defi Olarak Zamanaşımı
TBK md. 72/2’e göre; haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, zarar gören her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir. Bu kaçınma hakkı “daimi def ’i” olarak adlandırılmaktadır. Bu def’i aldatma veya korkutma sonucu borç altına girme hallerinde sözleşmeyi iptal hakkı sona erdikten sonra önem taşıyacaktır.
Bir başka deyişle; bu def’i, bir kimsenin aldatma ve korkutma sonucunda borç altına girmesi durumunda, iradesinin sakatlandığı sözleşmeyi iptal etmek için kanunda öngörülen süreyi kaçırması durumunda önemli olacaktır. İşte bu halde, iptal hakkı düşerek borcu geçerli hale gelen ancak iradesi haksız fiil ile sakatlanmış olan kişiye TBK hükmü ile borcu ifadan kaçınma hakkını sağlayan bir daimi def ’i imkanı verilmiştir. Belirtilmelidir ki; aldatmanın öğrenilmesinden veyahut korkutulmanın sona ermesinden itibaren bir yıl geçmemiş ise daimi def’i’ye ihtiyaç olmayacaktır. Söz konusu def’i olmadan da TBK md. 39 uyarınca bir yıl içerisinde iptal hakkının kullanılması ile haksız fiilden zarar gören mağdur, borcun geçerli hale gelmesini önleyebilecektir.
Ancak, kanımızca bu noktada tartışılması gereken husus TBK md. 72/2 hükmü uygulandığı takdirde sözleşmenin geçerliliğinin mi etkileneceği yoksa salt borcun ifasına ilişkin mi bir değişiklik gerçekleşeceğidir.
Bir diğer deyişle, bizim kanaatimize göre; TBK md 72/2’de öngörülen hakkın kullanılması sözleşmenin geçerli hale gelmesini önlemeyecek; yani sözleşmeyi ve dolayısıyla borcu geçersiz hale getirmeyecek; ancak borcun ifasının talep edilebilirliğini engelleyecektir. Dolayısıyla mağdur yönünden doğan ifa borcu adeta bir eksik borç haline gelecek, borçlu borcunu ifa ederse borç geçerli şekilde ifa edilebilecek; fakat alacaklı borcun ifasını talep ederse borçlu, borcunu ifadan kaçınabilecektir.
Hususa ilişkin doktrinde tartışılan bir başka husus; TBK’nın 72. md tanınan bu imkanın TBK 39. md hükmü ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusudur. Zira TBK 39. md hükmü ile; iradesi aldatma veya korkutma ile sakatlanan kişinin, aldatmayı öğrendikten
veya korkutma sona erdikten sonra bir yıl içerisinde iptal hakkını kullanmamış olması sözleşmeye onay verdiği anlamına gelmekte ve sözleşmeyi başından itibaren geçerli hale getirmektedir.
Söz konusu husus belirttiğimiz gibi, doktrin ve uygulaması muğlak bir husus olsa da doktrinde daimi def’inin TBK md. 39 hükmü ile çatışıyor olup olmadığına ilişkin çok sayıda görüş belirtilmemiştir. Ancak Yargıtay içtihatlarına bakıldığında Yargıtay’ın TBK md. 72/2 ile getirilen imkanı benimsediği ve diğer bir hüküm ile çatıştığına ilişkin herhangi bir görüş belirtmediğini görmekteyiz.
Yargıtay: “Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir.” şeklinde görüşünü ifade etmiş, daimi def’i kurumunu benimsemiş ve sonraki Yargıtay kararlarında da söz konusu görüş kabul görmüştür.
Detaylı Bilgi İçin; Avukat Ayça Güntülü Alkan a.alkan@ozgunlaw.com