Stajyer Avukat Serdar DARAMA
s.darama@ozgunlaw.com
Franchise Sözleşmeleri
Franchise sözleşmeleri, firmaların dağıtım ağını büyüterek yeni piyasalara girilmesi ile markanın gücünü artırmanın hedeflendiği hukuki araçlardan biridir. Bu sözleşme tipi Türk hukukunda kanun ile tanımlanmamış olup, “sui generis” sözleşme niteliğindedir. Dolayısıyla bu sözleşmelere Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri uygulanmaktadır.
Ancak franchise sözleşmeleri içerisinde Türk hukukunda kanun ile tanımlanmış olan çeşitli sözleşmelere yer verilebilir (Ör: Acentelik Sözleşmeleri, Hizmet Sözleşmeleri, Vekâlet Sözleşmeleri). Bu durumda ise ilgili sözleşmelerin düzenlendiği hâllerde, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu kapsamında bu sözleşmelere özgü hükümler yorum yoluyla uygulama alanı bulacaktır.
Bu sözleşmelerde Franchisor (Franchise veren), ürüne, hizmete veya bilgi birikimine ve bunlara ait denenmiş, başarısı kanıtlanmış ve başarılı bir markaya, isme sahip olan ve bunların satışı, dağıtımı veya işletme hakkını ve özellikle know-how’dan faydalanma hakkını belirli bir bedel karşılığında veren taraftır. Franchisor; isim, marka ve diğer ayırt edici özelliklerin sahibi olmalı ve yasal olarak kullanım hakkına sahip bulunmalıdır. Ayrıca tescilli tüm ticari, marka, logo, sembol ve isimler ile ilgili tüm bilgileri Franchisee’ye (Franchise alan) vermesi gereklidir.
Markaya İlişkin Haklar Bakımından Franchise Sözleşmesinin Şekil Şartı
Franchise sözleşmeleri için mevzuatta özel bir şekilde şart öngörülmemiştir. Ancak pek tabi hukuki sorunları ve hak kayıplarını en aza indirgemek amacıyla bu sözleşmeler yazılı olarak akdedilmelidir. Ancak franchise sözleşmesinin fikri sınai haklar bakımından içeriği lisans devrini de barındırdığı hâller önem arz etmektedir. Marka haklarının devri açısından, marka lisans sözleşmesi için, 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) 149/4 hükmü gereğince yazılı şekil şartı zorunlu tutulmuştur.
Dolayısıyla içerisinde marka lisansı devrini de barındıran franchise sözleşmelerinin yazılı şekilde akdedilmesi gerekmektedir.
Franchise Sözleşmesinin Sona Ermesi ve Sınai Hakların İadesi Yükümlülüğü
Franchise alan, franchise sözleşmesi sona erdikten sonra franchise verenin sözleşme ile kendisine tanımış olduğu fikri ve sınai unsurları kullanmaya son vermeli ve bunlara ilişkin malzemeleri iade etmelidir. Sözleşmede açıkça kararlaştırılmamış olsa dahi, franchise sözleşmesinin niteliği gereği bu borcun mevcut olduğu kabul edilmektedir. [1]
Franchise alan, sözleşme ile kendisine lisans hakkı sağlanmış olan markalar, tescilsiz tanıtıcı işaretler, sınai resim ve modeller vb. gayri maddi malları kullanmaya son vermelidir. [2] Franchise alan, işletmesinde, belgelerinde yer alan franchise verenin işletme adını ve işaretlerini kaldırmalıdır. [3] Franchise alan tarafından fikri sınai unsurların kullanımına devam edilmesi ise franchise verenin fikri mülkiyet haklarına tecavüz niteliğinde olacaktır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E. 2015/1211 K. 2015/6059 sayılı ve 29.4.2015 tarihli kararında;
“…davalı şirketin davacı ile akdetmiş olduğu 01.09.2007 tarihli Franchise Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan, Sözleşme’den doğan ve hak ve yükümlülüklerini davacının yazılı onayı olmadan devretme/ temlik etme yasağına aykırı davrandığı, sözleşmeyi ihlal ettiği, 2 nolu davalının ise 556 sayılı KHK hükümleri kapsamında tescilli markaya tecavüzden dolayı sorumlu bulunduğu(…) devir senedinin franchise sözleşmesinin ruhsata ilişkin 2 nolu ekini konu aldığı ve franchise sözleşmesinin hükümlerini değiştirebilecek bir amaç ve konusunun olmadığı, davalı şirkete marka lisans hakkının devrine yönelik bir yetkinin verilmediği gerekçesiyle davanın kabulü ile davalıların davacıya ait … nezdinde tescilli … markasına dayalı lisansının hukuka uygun kullanılmaması nedeni ile davacının marka hakkına tecavüzün bulunduğuna”
şeklinde hükmü ile franchise sözleşmesine aykırı kullanımları marka hakkına tecavüz olarak nitelendirmiştir. [7]
Bu noktada, taraflar arasındaki franchise sözleşmesinde franchise alana sınai unsurları kendi adına tescil etme hakkının verilip verilmediği büyük önem arz etmektedir. Şayet bu hak tanınmış olsa da sözleşme süresi sona erdikten sonra franchise alan bu sınai unsurları kullanamayacak ve franchise verene iade etmekle yükümlü olacaktır. Ancak henüz süresi sona ermeden feshedilen sözleşmelerde, franchise alana bu hakkın tanınıp tanınmadığı hususu, sınai unsurlara tecavüzün gerçekleşip gerçekleşmemesi bakımından dikkate alınacaktır. Sözleşmeden doğan hakkı gereğince sınai hakları kendi adına tescil ettiren franchise alan, franchise veren tarafından sözleşmenin feshedildiği hallerde feshin haksız olduğunu ve fesihten sonra da bu hakları kullanmasında sınai haklara tecavüzün oluşmayacağını öne sürebilecektir.
Sınai Haklara Tecavüzün Haksız Rekabet Hükümleri ile Engellenmesi
Fikri mülkiyet hakkına tecavüz esas itibariyle TTK m. 54 vd. kapsamında haksız rekabet teşkil edeceğinden, bu hakka yönelik her türlü haksız fiil haksız rekabet hukukunun uygulama alanına girecektir. [4] Fikri mülkiyet hakları kendi mevzuatları kapsamında düzenlenmiş olmakla birlikte ticari ihtilaflarda çoğu kez haksız rekabet hükümleriyle desteklenmektedir. [5] Bu kapsamda tescilli fikri sınai mülkiyet ürünlerinin korunması bakımından ilgili sınai mülkiyet mevzuatı ile TTK’nın haksız rekabeti düzenleyen hükümleri arasında özel-genel hüküm ilişkisi vardır. Buna göre, fikri mülkiyet hakkına ilişkin özel mevzuatın TTK’nın haksız rekabeti düzenleyen hükümleri ile aynı düzeyde veya daha kapsamlı ve üstün bir koruma sağlamış hükümleri bakımından sadece özel düzenleme uygulanacaktır. TTK’nın haksız rekabeti düzenleyen hükümlerine ise sadece özel düzenlemeden daha kapsamlı ve üstün bir koruma sağlamış hükümleri bakımından başvurulacaktır. [6]
Tescilsiz markalar ise marka hakkına tecavüz fiillerine karşı SMK’nın 30/5 maddesi gereğince SMK kapsamında bir koruma mümkün olmadığından ancak TTK’nın haksız rekabet hükümlerince korunacaktır. Franchise alan, TTK’nın ilgili maddeleri uyarınca tazminata mahkûm edilebilecektir.
Fikir ve Sanat Eserlerinin Haksız Rekabet Hükümleri ile Korunması
Bilgisayar programları gibi 7981 Sayılı Fikri ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”) kapsamında korunan bir kısım ürünler de franchise sözleşmelerine konu olabilir. Bu ürünler açısından da iade yükümlülüğü ve haksız rekabete ilişkin olarak yukarıdaki açıklamalar da aynen geçerlidir.
Ancak fikri ve sanat eserlerinin tescil şartı aranmaksızın FSEK kapsamında korunması nedeniyle, bu ürünlere tecavüz halinde tescil aranmaksızın FSEK ve TTK’nın haksız rekabete ilişkin hükümleri uyarınca özel-genel norm kuralları dikkate alınarak koruma sağlanacaktır.
Franchise Alanın Sözleşmede Bu Hak Tanınmamasına Rağmen Fikri Mülkiyet Ürünlerini Kendi Adına Tescil Ettirerek Kullanması
Bu durum uygulamada sıklıkla karşılaşılan, özellikle Türkiye’de kurulu bulunmayan ve fikri sınai hakları Türkiye’de ayrıca tescil edilmemiş olan franchise verenlerin sınai haklarına tecavüz edildiği hâllerden biridir. Franchise alan, sözleşme konusu sınai hakları Türkiye’de kendi adına tescil ettirerek sözleşme sona erdikten sonra da kullanmaya devam etmekte ve franchise alanın sınai haklarına tecavüz etmektedir.
Franchise alanın tarafından sözleşmeden doğan bir hakkı bulunmamasına rağmen sözleşmeye konu markanın tescil ettirilmesi hâlinde, franchise alan bu marka başvurusunun kötü niyetle yapıldığını belirterek tescilin hükümsüzlüğünü talep edebilecektir. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun “hükümsüzlük hâlleri ve hükümsüzlük talebi” başlıklı 25/1 maddesi;
“5 inci veya 6 ncı maddede sayılan hâllerden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verilir.”
şeklinde olup, 5 inci veya 6 ncı maddede sayılan hâllerin varlığı hâlinde, markanın hükümsüzlüğüne karar verileceği belirtilmiştir. Kanun’un 6/9 maddesinde ise kötüniyetle yapılan marka başvurularının itiraz üzerine reddedileceği belirtilmiştir.
Sınai Mülkiyet Kanunu’nda 25 inci ve 6 ncı maddeler gereğince kötü niyetli tescil hükümsüzlük sebebi iken, bu Kanun ile yürürlükten kalkan 556 sayılı KHK’da bu şekilde bir düzenleme mevcut değildi. Ancak bu dönemde doğan uyuşmazlıklara karşı dahi Yargıtay’ın bakış açısı Kanun hükmüyle paralel nitelikteydi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı ve 16.07.2008 tarihli kararı da Kanun ile paralel nitelikteydi. [8]
“Uyuşmazlık, davalı markasının tescil başvurusunun yapıldığı 18.10.2001 tarihinde henüz Türkiye’de marka tescili ve markasal kullanımı olmayan davacının, kötü niyet iddiasına dayalı olarak davalı markasının hükümsüzlüğünü isteyip isteyemeyeceğine ilişkindir.
…
Tescil başvurusunun kötü niyetle yapılmış olması halinin 556 sayılı KHK’nin 42. Maddesinde düzenlenmemiş olmasına karşın başlı başına bir hükümsüzlük nedeni sayılması hususunda öğretide görüş birliği mevcuttur. (Bkz. Sabih Arkan, Marka Hukuku, Cilt II, s.158, Ankara 1998, Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, s.452, Dördüncü Bası, İstanbul 2005, Hamdi Yasaman ve ark. Marka Hukuku, Cilt II. s.878-879, İstanbul 2004). Diğer taraftan, Yerel Mahkemenin direnme kararında da belirtildiği üzere İspanyol, Alman ve İngiliz Markalar Yasası’nda da kötü niyetle marka tescili bir hükümsüzlük nedenidir. Yine, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararları gereğince AB ile Türkiye arasındaki fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin mevzuatın uyumlu hale getirilmesi kapsamında 27.06.1995 tarihinde yürürlüğe giren 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname’nin mehazını oluşturan 89/104 sayılı Avrupa Birliği Marka Yönergesi’nin 3/2. ve 40/94 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 51/1-b maddelerinde de kötü niyetli marka tescil başvurusu mutlak ret ve hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, gerek öğretide ileri sürülen görüşler, gerekse mukayeseli hukuk ve mehaz Avrupa Birliği mevzuatında yer alan hükümler itibariyle; markalar hukukundaki ülkesellik ve başvuru ve tescilde öncelik ilkelerinin yanında başvuru ve tescilde kötü niyetin himaye edilmemesine ilişkin temel ilkenin de aynen korunduğu anlaşılmaktadır.
Gerçekten de, 556 sayılı KHK’nin 35/1. maddesi uyarınca tescil başvurusu sırasında kötü niyetin başlı başına bir itiraz sebebi olarak öne sürülebilmesi mümkün olduğu gibi, sonradan aynı nedenle hükümsüzlük davasının açılabilmesi de KHK’nin amacına uygundur. Çünkü, KHK’nin 35/1. ve 42/1 -(a) maddelerindeki düzenlemeler de, esasen, MK’nun 2.maddesinin özel bir uygulamasından ibarettir. Bu bakımdan her somut olayın özellikleri gözönüne alınarak açıkça kötü niyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilebilmelidir. Bu husus 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmemiş olsa dahi, genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki MK’nun 2. maddesi uyarınca kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından dolayı aynı sonuca ulaşılması KHK’nin ruhuna da uygundur.”
Görüldüğü üzere, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu o dönemde dahi verdiği karar ile Avrupa Birliği Mevzuatı, TMK madde 2 ve KHK’nın ruhu gereğince; marka tescilinde kötü niyetin himaye edilmemesinin temel bir ilke olduğunu vurgulamış ve davalı markasının tescil başvurusunun yapıldığı tarihte, henüz Türkiye’de marka tescili ve markasal kullanımı olmayan davacının, kötü niyet iddiasına dayalı olarak davalı markasının hükümsüzlüğüne karar vermiştir. Dolayısıyla sözleşme kapsamında hakkı olmamasına rağmen sözleşme konusu sınai hakları kendi adına tescil ettiren franchise alanın bu kötü niyetli tescili hukuken korunmayacaktır.
Stajyer Avukat Serdar Darama
Kaynakça:
1. (BOSO, s.42; KAPANCI, s.1041; GÜRZUMAR, Sistem, s.178) Yeşim AYATA, Franchise Sözleşmesinde Tarafların Borçları, s.127
2. (GÜRZUMAR, Sistem, s.178, 179; KIRCA, Franchise, s. 187; KAPANCI, s.1041) Yeşim AYATA, Franchise Sözleşmesinde Tarafların Borçları, s.127
3. [(KIRCA, Franchise, s. 187) Yeşim AYATA, Franchise Sözleşmesinde Tarafların Borçları, s.127]
4. Dr. Fatma KARAMAN ODABAŞI, Fikri Mülkiyet Haklarının Kullanımı ile Haksız Rekabet Yaratılması, s. 166
5. Dr. Fatma KARAMAN ODABAŞI, Fikri Mülkiyet Haklarının Kullanımı ile Haksız Rekabet Yaratılması, s. 166
6. [(Cengiz, s. 55) Dr. Fatma KARAMAN ODABAŞI, Fikri Mülkiyet Haklarının Kullanımı ile Haksız Rekabet Yaratılması, s. 169]
7. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2015/1211 K. 2015/6059 sayılı ve 29.4.2015 tarihli kararı
8. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı ve 16.07.2008 tarihli kararı
Kaynak: Stajyer Av. Serdar Darama – İçerik, Ozgun Law firmasının özel izni ile yayınlanmıştır.
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI