Ana Sayfa Yaşamın İçinden ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!

1769
0

ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale Savaşı veya Çanakkale Muharebeleri,
I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul′u zapt etmek suretiyle Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı’nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan ettiğı 1 Ağustos 1914’ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya’nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz’de Britanya donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul’a gelmesiyle bir oldubittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması’na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz’e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmiştir.

Birleşik Krallık Savaş Konseyi sektereri Albay Hankey Winston Churchill ‘in de desteğiyle, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı’nın donanmayla geçilerek İstanbul’un işgalini öngören bir planı savaş konseyine sunmuştur. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz’a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat 1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı giriş tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vazgeçmek zorunda kalındı.

Deniz harekatıyla İstanbul’a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası’nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. Britanya ve Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası’nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu’nun kuzeyinde Suvla Koyu’na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos’ta Kurmay Albay Mustafa Kemal’in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.

3 KASIM 1914 – 18 MART 1915
tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla GELİBOLU yarımadasında 25 NİSAN 1915-8/9 OCAK 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.

ÇANAKKALE’nin deniz ve kara savaşları; Türk Ulusal tarihinin 1800’lü yıllarının hemen çoğunluğunda görülen yenilgilerden sonra askeri ve siyasal varlığını bir kez daha kanıtladığı savaşlardır.

Harp tarihine bakıldığında askeri zaferlerin daima taarruzi bir harekatın sonunda kazanıldığı görülür. Çanakkale savaşları ise savunan orduların taarruz edenleri yenilgiye uğratmış olduğu, hemen tek örnektir.

ÇANAKKALE SAVUNMASI : Öz yurdunu korumak için şahlanan yaralı bir ulusun, sayı ve maddi açılardan üstünlüğü tartışılmaz olan düşmanlarını yenerek, onları felce uğrattığı bir savaştır. Bu durumuyla dünya harp tarihlerine geçmiş ve Türk tarihine de altın harflerle yazılıp Türk’ün kahramanlık ve şeref abidesi olmuştur.

Bu zaferler, büyük Türk Ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Mustafa Kemal’in Anafartalarda parlayan yıldızını 18 MART’ın şafağı aydınlatmış, bu zafer, Türk’e, öz benliğini ulusal kimliğini bulma yolunu göstermiş, Türk bağımsızlık savaşının temelleri ÇANAKKALE’nin sularında ve Conk Bayırı’nda atılmıştır.

18 MART Çanakkale Zaferi, Anafartalar yangınının bir kıvılcımıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe geçen ilk kahramanlığı 18 MART’ın beşiğinde doğmuş; bu şahsiyet, Sakaryalarda şahlanmış, Dumlupınar’da Türk’ün kaderini değiştirmiş 9 EYLÜL 1922’de Ulusumuzu dünya uluslararasındaki şerefli mevkiye yükseltecek son zaferi kazanmıştır. Bu olayların moral dayanağım kuşkusuz ÇANAKKALE’ler oluşturmuştur.

Çanakkale savaşları ve kazanılan zaferler; Türk kurtuluş ve bağımsızlık savaşına maya çalmış; ulusal bilinci ve ulusal ruhu yeniden ateşlemiş ve Türklük, tarihteki şanlı ve seçkin yerini böylece almıştır. İstiklal Savaşımızın temelinde böylesine muhteşem zaferler bulunmasaydı, 19 MAYIS 1919’un ufkunda Mustafa Kemal Paşa belki gene doğabilirdi ama ulus; onu Anafartalar Kahramanı, İstanbul’a düşmanın girmesini önleyen komutan olarak ÇANAKKALE’den tanımasaydı acaba etrafında toplanıp kısa sürede kenetlenmesi o kadar kolay olabilir miydi.

Bu bakımdan ÇANAKKALE; Türk ulusal tarihinin akışı içinde çok önemli bir yere sahip olmakla beraber, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden biçimlenen Dünya ve bu dünyada ki siyasal rejim sistemlerinin yeniden şekillenmesi; siyasal sınırların yeniden çizilmesi ve dönemin üç büyük imparatorluğunun (Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus Çarlık İmparatorlukları) yıkılarak yeni yeni ulusal devletlerin tarih sahnesine çıkışı ile de bu zaferin yakın ilişkisi vardır. Şunu da belirtmeliyim ki, bu zaferler Rus Çarlığı’nın yıkılmasına neden olduğu için yukarıda sıraladığımız etkileri göstermiştir. Eğer Çanakkale’de kazanılan Zaferler, Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde de devam etse idi ve Almanya ile birlikte ya da sadece Osmanlı imparatorluğu olarak savaştan galip çıksaydık, Dünya’nın rengi, şekli ve siyasi sının, kuşkusuz daha başka olurdu.

Çanakkale Savaşları; Balkan Harbi’nin bütün Türk Ulusu’nun ruhunda ve benliğinde açtığı derin yaranın ve utanç duygusunun kesin şekilde tedavisini sağlamış, en önemlisi de yukarıda değindiğim gibi Atatürk’ün Türk Ulusu ile birlikte bütün bir.cihan tarafından tanınmasını sağlamıştır.

Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşımızdaki muzaffer kılıcının çeliğine su veren ÇANAKKALE Savaşları olmuştur. Şurası da bir gerçektir ki Çanakkale’de devam eden deniz ve Kara harekât ve savaşlarını birbirinden ayırarak incelemek doğru olamaz. Bu her iki savaş bir biriyle iç içedir ve biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Bu husus gözden uzak tutulmamalıdır.

Rus Çarı II. Nikola’nın 1815 tarihinde “Hasta Adam” ismini taktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun müzminleşen hastalığına daha 1906 yılında ilk isabetli tanıyı koyan Yzb. Mustafa Kemal, Ulusu’nun asıl cevherini; 1915’de Conk Bayırı’nın, Anafartalar’ın ve An Burnu’nun kan ve can pazarında çok yakından tanımak fırsatını bulmuştur. M. Kemal, Ulusuyla kan deryası içerisindeki ÇANAKKALE’de bu derece yakından tanışmamış olmasaydı Birinci Dünya Savaşı sonunda maddi ve moral gücünü hemen hemen tümden yitirmiş bir milletin başına geçip İstiklal Savaşımızı zaferle noktalayacağına acaba kesin inanç duyabilir miydi?

Bu nedenledir ki 18 MART’ı izleyen Çanakkale’deki kara savaşlarında kazandığı zaferiyle Türk Ulusu’nun 5000 yıllık tarih sahnesinden silinip gidemeyeceğini kendisi de şahsen idrak etmiş ve bunu bütün dünyaya İstiklal Savaşı’yla da kanıtlamıştır.

Daha sonra ki yıllarda inandığı ve güvendiği ulusunun baş komutanı olarak Türklüğün yaşam kudretini bir barış çelengi olarak kılıcının ucunda Ege’nin sularına bırakmaya muvaffak olmuştur.

Bu tarihi nedenlerle 18 MART’ı anlatırken:

– Tarih bilen Yb. Mustafa Kemal,

– Çarlığın yıkılışını hazırlayan Alb. Mustafa Kemal,

– Tarih yapan Mustafa Kemal,

– Tarih yazan Mareşal Mustafa Kemal,

– Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ten söz etmezsek, genel tarih içerisinde 18 MART ve Çanakkale Zaferlerinin; Bir ulusun, sadece kahramanlık hikayesinden öte hiç bir önemi kalmayacaktır.

18 MART Zaferi, düşman donanmalarının 1915 yılı başlarında İstanbul’a girmelerini ye İmparatorluğun daha o yıl içinde çökertilmesini önleyen çok büyük ve tarihi bir zaferin ilk raundu olmuştur.

ÇANAKKALE’nin kara savaşlarında kazanılan zafer ise Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 EKİM 1918 MONDROS ateşkesine kadar ayakta kalmasını sağlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden olarak dünya tarihini etkileyen İkinci raundunu teşkil etmiştir.

Eğer ÇANAKKALE’deki zaferler kazanılmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen birinci yılı sonunda İTİLAF Devletlerince işgal edilmiş, böylece Rus Çarlığı, müttefiklerinin yardımlarına en kısa yoldan kavuşmuş olacak ve Almanya’nın yenilgisi daha da çabuklaşarak Rusya’da 1917 BOLŞEVİK ihtilali muhtemelen gerçekleşmeyecekti.

18 MART’ın ve onu izleyen ÇANAKKALE kara savaşlarının zaferleri, ulusal tarihimizi ve dünya tarihini etkileyen önemi ve rolü bu noktalarda toplanmaktadır.

Bu savaşları yürüten bütün Türk Komutanları kahraman erleriyle omuz omuza çarpışırken, hiç kuşkusuz Murad-ı Hüdavendigârları, Hacı îl Beyleri, Lala Şahin ve Timurtaş Paşaları ve Evranos Beylerin ruhlarını kendi yanı başlarında duyarak savaşmışlardır.

Savaşırken tarihini düşünen, tarihini düşünürken savaşan Türk Ordusu ve onun seçkin komutanları; ÇANAKKALE Boğazı’nı kırık bir salla geçip Türk Sancağını ilk kez bu topraklara 1356 yılında diken Gazi Süleyman Paşa’nın ilk ayak bastığı NAMAZTEPE’den kendilerini seyrettiğini görür gibi duyarlardı.

Bir tek güne sığdırıldığı halde yüzyıllara hükmeden zaferlere ancak Türk Harp tarihlerinde rastlanabilir. İşte 18 MART Zaferi de yüzlerce yıldan beri Türk tarihinde gördüğümüz, MALAZGİRT, OTLUKBELİ, NİĞBOLU, MOHAÇ, KO-SOVA-RİDANİYE, ÇALDIRAN, PREVEZE ve nihayet DUMLUPINAR gibi meydan savaşlarında kazınılan Türk zaferlerinden birisidir ve bu zaferin kazanılması 20. Yüzyılın tüm siyasal olaylarına yön vermiştir.

18 MART ÖNCESİ DÜNYA OLAYLARI

1914 yılında SARAYBOSNA’da çakan bir kıvılcım, kısa sürede bütün dünyayı kan ve ateşe boğmuş, çıkarları ve yararlan birbirine zıt düşen Avrupa Devletleri iki bloka ayrılmış, bir yanda İNGİLTERE ve FRANSA ile ona katılanlara “İTİLAF DEVLETLERİ” denilmiş, diğer yanda bir araya gelen ALMANYA ve AVUSTURYA ve OSMANLI DEVLETLERİNDEN oluşan gruba da “İTTİFAK DEVLETLERİ” ismi verilmiş ve bu iki tarafa, savaşın gelişmesine paralel olarak daha bir çok devletler katılmak suretiyle başlayan savaş, dünyanın dört bucağına yayılmış, bu nedenle de savaşın ismine “Birinci Dünya Harbi” denilmiştir’.

Birbirlerinin gırtlağına sarılan bu iki tarafın bütün olarak ve yetenekleriyle giriştikleri çatışmalara din, dil, renk ve milliyetleri birbirine uymayan milyonlarca insan da katılmış ve bu iki büyük blokun başını çekenlerin çıkarları uğruna dört yıl süre ile kıyasıya çarpışmışlardır.

Bu büyük savaşta toplam 658 adet tümen savaş alanlarına sürülmüş, 65 Milyon kişi silah altına alınmıştır. Toplam zayiat yaklaşık 9-10 milyona varmış, milyonlarca halk göçebe durumuna düşürülmüştür.

Osmanlı Devleti’nin Durumu:

Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Osmanlı Hükümeti ard ardına girdiği, her birinde zararla, toprak kaybı ve yenilgilerle çıktığı savaşların yorgunluğunu henüz gidermek ve ordusunu yeniden organize etmekle meşguldü. Bu iş için de Almanya’dan bir askeri yardım heyeti çağrılmış, Savaşa katılmak istemeyen Osmanlı Hükümeti tarafsız kalmaya karar vermişti. Ne var ki, İstanbul’daki Alman Sefareti ile Alman Askeri Misyonu, Türkleri kendi saflarında savaşa sokmak için var güçleriyle çalışıyorlardı.

İTİLAF Devletleri ise müttefikleri olan Ruslarla karşılıklı yardımlaşabilmek, ve Rusya’nın ihtiyaç duyduğu lojistik desteği onlara ulaştırabilmek için Türk Boğazlarına gereksinim duyuyorlardı. Bunun için de ÇANAKKALE ve İSTANBUL Boğazlarının kendi kontrollerinde bulunması gerekmekte idi.

Kuşkusuz bunun en uygun çözümü Osmanlıları kendi ittifaklarına almaktı. Ama daha önce Avrupa devletleri arasında yapılan çeşitli konferanslar ve kongrelerle İstanbul Boğazı’nın Rus Çarlığına bırakılması konusunda sözler verilmişti. Ayrıca Çar II. NİKOLA’nın isimlendirdiği “BOĞAZIN HASTA ADAMI” ölmek üzereydi ve Düveli Muazzama (Büyük Devletler) Osmanlı mirasını paylaşmaya kararlıydılar. Bunun için de daha 1815 Viyana Kongresinde “Şark Meselesi” ortaya atılmıştır. Bu mesele, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılarak Avrupa’dan, Balkanlar’dan atılıp Anadolu’ya tıkılması ve ilk fırsatta da buradan sürülüp atılmasını öngören politikanın kısa adı idi. Bu nedenle Şark Meselesi Osmanlı’yı kendi ittifaklarının dışında tutmalarını gerekli kılıyordu.

Osmanlı yöneticileri, Rus Çar’ı Deli Petro’nun 1725 yılındaki meşhur vasiyetnamesiyle ortaya koyduğu “Sıcak Denizlere İnme Siyasetini” yakından biliyorlardı. O dönemde Ruslar henüz Baltık Denizi’ne, Azak ve Karadeniz’e bile çok uzak iken ortaya attıkları bu siyaset sonrasında hızlanan Türk-Rus Savaşlarıyla uğradıkları zararları gözde tutan Osmanlılar, İTİLAF Devletlerinin ya da Rusların kendilerine saldırma ihtimalini oldukça yüksek görüyorlardı: Bu kuşkular ve bu nedenlerle Osmanlı Hükümeti, 2 AĞUSTOS 1914 günü silahlı tarafsızlık halinde bulunmak üzere SEFERBERLİK İLAN ETMİŞTİR. ALMANYA 5 AĞUSTOS günü savaşa katılmış bulunuyordu.

Dünyanın yoksul ülkeleri, Batı Avrupa Devletleri ile Rusya tarafından geçen yüzyılda sömürgeleştirilirken Almanya bu yağmadan pay alamamıştır. Bu nedenle 1900’lü yılların başından beri ALMANYA kıpırdanıp durmaktaydı. Bu kıpırdanış sırasında dirsekleri, bir yandan Rusya’ya diğer yandan da FRANSA ve İNGİLTERE’nin böğrüne batıyordu. Yeni hayat sahalarına kavuşması için bu devletlerle savaşmaktan başka çaresi yoktu o da öyle yaptı ve savaşın kızgın kazanının altına benzin dökerek içine atladı.

Bu sırada Osmanlılar tarafında bazı olaylar cereyan etmeye başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Hükümeti’nin İngiltere’ye sipariş ettiği ve yapımları bitmek üzere olan iki savaş gemisine “REŞADİYE ve SULTAN OSMAN” İNGİLTERE kendi yasaları uyarınca el koymuş gemileri veya paralarını savaş sonrasında verebileceğini Osmanlılara bildirmişti.

Bu sırada 10 Ağustos 1914 günü sabahının saat 07.00’de her halleri ile helecanlı ve telaşlı oldukları gözlenen iki Alman Kruvazörü (GOBEN ve BRES-LAU) Akdeniz’de rastladıkları düşman donanmasının takibinden kaçarak gözleri arkada olduğu halde tam yolla kara sularımıza girmiş, ÇANAKKALE Boğazı’nın Ege’ye açılan kapısını sabırsızlıkla çalmaya başlamışlardır. Sığınma talep ediyorlardı. Bu iki geminin ÇANAKKALE Boğazı’nda beklemekte olduklarını İstanbul’daki bir Alman subayından öğrenen ve o zamanın tam bir diktatörü sayılan Enver Paşa kabine arkadaşlarına bile danışmaya gerek görmeden kısaca “BIRAKIN GİRSİNLER” demiş. Türk’ün civanmertliğine sığınan bu iki Tanrı misafiri mülteciye bu şekilde müsaade edilmiş ve içeriye alınmışlardır.

Bu iki gemi; hem itilâf devletlerinden gelecek tepkiyi durdurmak, hem de REŞADİYE ve SULTAN OSMAN zırhlılarının yerine konulmak üzere hemen ALMANYA’dan satın alınıp, gönderlerine Türk Bayrağı çekilmiş ve bordalarına da Yavuz ve Midilli isimleri yazılarak Türk Donanması’na katılmıştı. Ancak bu iki geminin boğazdan içeri girişlerinden hemen dört saat sonra Çanakkale Boğazı’nın ağzına yanaşan İngiliz zırhlıları, Alman kruvazörlerinin içeri alınıp alınmadıklarını sormaya başlamışlardır. Ne var ki, kendisine sığınanı kendinden bir parçaymış gibi kabullenen Türk’ün onlara memnun olacakları bir cevap vermesi olanaksızdı.

İngilizler çaresiz BOZCAADA açıklarına çekilerek Boğaz’ı gözetlemeye koyulmuşlardır. İngiltere’nin gasp ettiği iki zırhlımıza karşılık Tanrı misafiri iki Alman kruvazörünün gelişi Türk Halkı tarafından sevinçle karşılanmıştır. Yalnız, Hükümet bir hata yapmış bunların ismini değiştirmekle beraber, personelini olduğu gibi yerlerinde bırakmış, sadece kıyafetleri değiştirilip mürettebatın başına fes giydirmekle de yetinilmeyerek Filonun Komutanı Amiral ŞOSON bütün Türk Donanması’nın da başına getirilmiştir.

İNGİLTERE, kılıfına uydurulan bu satın alma işlemlerini tanımadığını bildirerek, ÇANAKKALE Boğazı’nı abluka altına almıştır. Buna karşılık Osmanlı Hükümeti de İtilaf Devletlerinin bütün savaş ve ticaret gemilerine Boğazlan kapatmıştır. Böylece savaşın kanlı eli Osmanlı İmparatorluğu’nun kapısındaki tokmağa yapışmış ve ağır ağır çalmaya başlamıştı.

ALMAN Amirali SASON, hükümeti zorluyor. Karadeniz’e çıkıp donanmaya tatbikat yaptırmak için ısrarla izin istiyordu. Bunda haksız da sayılmazdı. Çünkü Alman askeri heyeti Osmanlı Ordusu’nun teşkilatlanmasına ve eğitilmesine resmen memur edilmişti. Diğer yandan da AĞUSTOS içinde Almanlar Osmanlı Hükümeti ile gizli bir ittifak anlaşması yapmış olmasına rağmen Osmanlı Hükümeti yine de savaşa fiilen girmeye hiç de niyetli değildi.

Almanya, iki cephede vuruşmaya mecbur olduğu bu savaşta İNGİLİZ, FRANSIZ ve RUS cephelerindeki kuvvetlerine düşman baskısını azaltmak amacıyla bunları Osmanlı cephelerine nasıl kaydırabileceğinin hesaplarını yapmaktaydı. Osmanlılara Kafkaslar’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da yeni yeni cepheler açtırabilirse, Almanya, düşmanlarım Türklerin üstüne saldırtarak onların baskılarını hafifletebilirdi. Alman Sefareti ile Türk Ordusundaki bütün Alman komutanlarının da çabalan bu idi..

Amiral SASON 27 Ekim 1914 günü sadece Enver Paşa’nın bilgisi içinde, hükümetin izni dışında donanmayı Karadeniz’e çıkardı. Başta Odesa olmak üzere bir kısım Rus limanlarını bombardıman edip birkaç Rus gemisini de batırdı.

Bu olay üzerine zaten bahane bekleyen Ruslar hiçbir görüşmeye yanaşmaksızın 1 KASIM 1914 günü Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek orduları ile Doğu Anadolu’da Türk sınırlarını aştılar.

Savaştığımız Cepheler:

Birinci Dünya Savaşı’na bu şekilde katılan Osmanlı Devleti, kendi ülkesinin 6 ayrı cephesinde (KAFKAS, IRAK, SURİYE, MISIR, HİCAZ, ÇANAKKALE cephelerinde) hemen hemen aynı zamanda çarpışmış, ayrıca sınırları dışında da Avusturya’nın GALİÇYA’sında ve Balkanların MAKEDONYA cephesinde olmak üzere iki ayrı cephede üç Türk kolordusu ile devletimize hiç bir yararı olmayan ancak Almanların yararına olan savaşlar yaptık. Osmanlı Devleti, Türk Ulusu’nun ve onun kahraman askerinin kanını, devletine hiç bir yarar sağlamayan bu sekiz cephede sular gibi akıtmıştır.

Bu ümitsiz savaşın nasıl bir sonuca varacağını Osmanlı Ordusunda ilk gören kişi Mustafa Kemal olmuştur. Görüşlerini Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya çeşitli kez sözlü ve yazılı raporlarıyla bildirmiş olmasına rağmen; Hırsı, aklına hakim olan Enver Paşa doğruları kavrayamamış ve kendisine önerilen düşüncelere itibar göstermeyerek sonuçta İmparatorluğun batmasına sebep olmuştur. Belki de sırf bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna imkan yarattığı için Enver Paşa’yı hayırla yad etmek gerekir.

1912’de Balkanlar’daki eyaletlerimizin çapulcu komitacıları karşısında becerisizlik şaheserleri yaratarak, ağır yenilgiye uğrayan Osmanlı Ordusu, Birinci Dünya Savaşı’nda dostunu, düşmanını şaşkınlığa uğratacak derecede kahramanca başarılı savaşlar vermiş, ve orduları hemen hiçbir cephede kesin yenilgiye uğramadıkları halde müttefiklerimizin yenilmesiyle birlikte MONDROS Ateşkesi’ni kabule mecbur kalınmıştır.

Doğuda Rus taarruzunun başlamasıyla savaşa giren Osmanlı Padişahı 16 KASIM 1914 günü “Cihad-ı mukaddes” ilan etmiş ise de Osmanlı’nın siyasi sınırları içerisinde ve dışarısındaki Müslüman ülke ve halklarından destek görülemediği gibi savaşın daha ileri aşamalarında da düşmanlarımızın saflarında yer alarak; başında İslam’ın halifesi olan (Halife-i Rey-u Zemin ve Zillullah-ı Fil âlem) yani yeryüzünde Peygamberin halifesi ve Allah’ın gölgesi denilen Osmanlı Devleti’ne karşı isyan edip savaşmışlardır.

Asıl konumuz olan 18 Mart ÇANAKKALE Savaşı’ndan önceki olayların çok kısa bir özetini böylece yaptıktan sonra BOZCAADA açıklarında beklemekte olan İngiliz ve daha sonra onlara katılan Fransız gemilerinin girişeceği Boğaz Savaşı’na geçebiliriz.

18 MART ÇANAKKALE SAVAŞINI’NAÇILIŞ NEDENLERİ:

Birinci Dünya Savaşı başladığında ALMANYA, Orta Avrupa’daki pozisyonuyla İtilaf Devletlerine dahil olan Rusya ile İngiltere ve Fransa’nın direkt irtibatını kesmiş bulunuyordu. Savaşın başarısı, İtilaf cephelerinin birbirleriyle etkin bir şekilde yardımlaşmasına bağlı idi.

İtilaf devletlerinin savaşı kısa sürede bitirebilmesi, Rusya’nın da güçlü bir şekilde Doğu Avrupa Cephesi’nde Almanlara karşı savaşmasıyla mümkündür. Ancak batının yardımı olmaksızın Rusya bu gücü gösterememekte idi. Bu durumda Rusya’daki ham maddelerin batıya ve batının mamul maddelerinin Rusya’ya ulaştırması için çareler aranmalıydı.

Bunun için dört yol vardı.

1 – Baltık Denizi Yolu, Almanların kontrolü altındadır.

2 – Avrupa üzerinden Rusya’ya ulaşmak. Almanlar bu cepheyi tamamen kapatmaktaydı.

3 – Kuzey Kutup deniz yolu. Kuzey denizi yılın 9-10 ayında buzlarla kaplıdır. Geçit vermez.

4 – Londra’yı, Odesa’ya bağlayan en yumuşak yol, ÇANAKKALE ve İSTANBUL Boğazlan yolu görünmekteydi. O halde boğazları zorlayarak açmak, RUSYA’ya yardımları ulaştırmak için tercih edilmeliydi.

Bu cephenin açılmasına neden olan diğer hususları şöylece sıralamak mümkündür.

– Türkiye’nin SÜVEYŞ Kanalı ve dolayısla Hint Denizi yolu üzerindeki baskılarına son vermek.

– Savaşa katılmakta tereddüt gösteren BULGARİSTAN’I, ALMANYA’ya kaptırmadan İtilaf Devletlerinin yanında savaşa sokmak.

– İSTANBUL’U zapt ederek Müslüman dünyasını etki altına almak ve Halife’nin ilan ettiği Cihad-ı Mukaddes’i tesirsiz kılarak İslam dayanışmasını çökertmek.

– Almanların 1915 baharında yapacağını hesapladıkları Büyük Taarruz için, bu devletin dikkatini ÇANAKKALE’ye çekerek Avrupa cephesinden buraya kuvvet kaydırmalarını sağlamak.

– Aralık-1914’te Türk Ordularının giriştiği Sarıkamış harekatından, telaşa kapılan Rus Çan Grandük NİKOLA,. İngiltere’ye başvurarak İtilaf Devletlerinin hemen Türkiye’ye karşı karadan veya denizden bir cephe açmalarını istemiştir.

İşte bu gibi düşünceler çerçevesinde İngiliz Harp Kabinesi, CHURCHİL’in baskısıyla Çanakkale Cephesi’nin açılmasına karar verdi.

Bu karar üzerine MONDROS’ta bulunan İngiltere’nin Akdeniz donanmasının Baş Komutanı Amiral CARDEN’in düşünceleri soruldu. CARDEN : “Bir ay içerisinde Marmara Denizi’ne çıkılabileceğini belirterek bu maksatla hazırladığı dört aşamalı plânını 15 OCAK 1915’te LONDRA’ya gönderdi. “Harp Kabinesi, Şubat’ta ÇANAKKALE Boğazı’nın denizden zorlanarak geçilmesine karar verdi ve bu husus Amiral CARDEN’e bildirildi.

Bu karardan Fransızlar da memnun kalmışlardı. İSTANBUL’U tek başına İngilizlerin ele geçirmesini istemiyorlardı. Bu nedenle kendilerinin de bir filo ile bu harekata katılacaklarını bildirdiler.

Ruslar ise bu yeni cephenin Çanakkale Boğazı’ndan açılmasına hiç memnun olmadılar. Çünkü İngiliz ve Fransızların Rusya’dan önce İstanbul’a girmeleri, Çarlığın bütün Ortadoğu politikalarına ve sıcak denizlere inme siyasetlerine ters düşmekteydi. Ruslar bu maksatla Karadeniz kıyılarında hemen bir kuvvet teşkil ederek İstanbul Boğazı’na çıkma hazırlığına girmişlerdir.

Sonuç olarak Almanların teşvikleriyle Osmanlı Orduları 2 Şubat 1915 tarihinde Sina’yı geçerek Süveyş Kanalı’na taarruza geçti.

Almanların amacı İngiliz kuvvetlerinin Mısır cephesine bağlı kalarak Avrupa’ya nakledilmesini önlemekti. Yapılan bu Kanal Seferi Osmanlılar için hezimetle sonuçlanmıştır. İngilizler, bu cephede ferahlayınca Çanakkale’de kullanılmak üzere buradan bir Kolordu kuvvetlerini tasarruf edebilme imkanına kavuşmuşlardır.

Görülüyor ki Almanların telkiniyle Rusları KAFKASYA’da, İngilizleri MISIR’da tutmak maksadını güden, SARIKAMIŞ ve KANAL harekâtı başarısızlığa uğradığı için düşmanlarımız hem Almanya Cephesi’ne ve hem de Türkiye’nin can evine yönelen (Çanakkale Boğazı’na) yeni yeni kuvvetler sevk etmeye imkân bulmuştur.

Bu olayların ardından ÇANAKKALE Savaşlarının İtilaf Devletlerince kaybedilmesi sonucunda Rusya’ya yardım yolunun açılamaması, İtilaf Devletlerinin Rusya’ya yardımlarını ve takviyelerini mümkün kılmamış ve yokluk içinde kalan Rusya’da Bolşevik İhtilali çıkmış, Dünya’nın ilk kez Komünist Rejimiyle tanışmasına sebep olunmuştur. (1917 senesinde Rus İhtilali sonunda Çarlık; Brest-litovks Andlaşmasıyla EKİM ayında savaştan çekilmiştir.)

Çanakkale Boğazı’ndaki deniz harekâtını başarıya ulaştıramayan İngiltere ve Fransa, Mısır’da oluşturmaya başladıkları Anzak (Avusturalya-Yeni Zelanda) kolordusunu takviye ederek (Birer İngiliz ve Fransız Tümeni ile) 64 bin kişilik bir kuvvet meydana getirdiler. Kararlan; Deniz kuvvetlerinin desteğinde karadan taarruzla Gelibolu üzerinden İstanbul’a ulaşmaktı.

ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN COĞRAFİK MEVKÜ:

Çanakkale Boğazı; KARADENİZ’İ, İSTANBUL BOĞAZI ile MARMARA üzerinden EGE’ye ve oradan da açık denizlere bağlayan Türk boğazlarından biri olup Lapseki-Kumkale arasındaki uzunluğu 52 km. dir. En geniş yeri Erenköy Körfezi’nde 7.5 km. ve en dar yeri ÇANAKKALE-KİLİTBAHİR arasında 1200 mt.dir.

Çanakkale Boğazı, tarih boyunca Venedikliler, İranlılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçukluların işgallerinde kalmış ve nihayet 1356’da Osmanlılar, Gazi Süleyman Paşa Komutasındaki “İlk Osmanlı akıncı müfrezesiyle” Gelibolu’nun kuzeyindeki NAMAZGAH tepeye baskın tarzında çıkarak Türk Sancağı’nı Avrupa kıtasının bu kenarına dikmişler ve bu tarihten sonra Osmanlıların Balkan fütuhatları başlamış ve Boğaz günümüze kadar kesintisiz olarak Türk egemenliğinde kalmıştır.

ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN STRATEJİK VE JEOPOLİTİK ÖNEMİ:

ÇANAKKALE ve İSTANBUL BOĞAZLARI kuşkusuz tek başlarına büe büyük birer Jeopolitik ve Stratejik önem taşırlar. Ama her iki boğazın tek bir devletin egemenliğinde bulunmasıyla bu önemleri katbekat artarak olağan üstü bir durum kazanır.

Bu değerleri ve önemi özetlemek mümkündür.

1 – Karadeniz’e kıyısı olan devletler ile Akdeniz’in kıyı devletleri arasındaki her türlü ilişkiler (ticari, siyasi, ulaşım, vb.) konularla ilgili faaliyetler için bu her iki boğaz, hayati önem taşımaktadır. Özellikle bir savaş halinde bu boğazları elinde bulunduran Türkiye, bu her iki denizin kıyısında yaşayan devletlerin yukarıda sıraladığımız karşılıklı münasebetlerinde kesinlikle söz sahibi durumundadır.

2 – Türk Boğazları, Karadeniz’i Akdeniz’e ve dolayısıyla Atlantik Okyanusu’na bağlayan deniz ulaşımının en önemli iki kilidini oluşturur.

3 – Bu Boğazları elinde bulunduran devlet, Karadeniz kıyı devletlerinden Rusya’nın, Ukrayna’nın Bulgaristan’ın, Romanya’nın, Gürcistan’ın Karadeniz’de bulunan donanmalarını Dünya denizlerinden tecrit eder ve bu ülkelerin Akdeniz’de gösterecekleri bütün etkileri ve faaliyetleri engeller.

4 – Türk Boğazlarının günümüzde Batı Bloku (NATO) savunma manzumesi içinde kalması Kafkaslar ve Balkan Devletleri ile Rusya ve Ukrayna’nın sıcak denizlerle irtibatını keser böylece Baü Bloku Devletlerinin Akdeniz Harekât alanına ayıracakları deniz kuvvetlerinde tasarruflar sağlar.

5 – Boğazlara egemen olan devlet Ortadoğu petrol alanlarını ve Hint Okyanusunu Süveyş yoluyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan en ekonomik deniz yolunu kuzeyden (Karadeniz Devletlerinden) gelecek deniz tehditlerine karşı korur.

6- Balkanlardan, Anadolu’ya yönelecek askeri bir harekatta Trakya’yla Anadolu arasında etkin bir savunma hattı oluşturur.

7 – Boğazlardan her hangi birini kaybeden Türkiye’nin genel savunma gücü sarsıntıya uğrar. İstanbul gibi her yönden çok önemli ve değerli bir şehir ile birlikte Kocaeli ve Gelibolu Yarımadaları tehlikeye düşer.

8 – Türkiye’nin savunmasıyla Batı Bloku’nun savunması, stratejik anlamda ve alanda bir bakıma Boğazlardan geçen deniz yolunun kontrolü ile mümkündür. Türkiye ve Batı (NATO) Bloku, Boğazları savunamadığı takdirde hasım devletlerin Karadeniz Donanması, Akdeniz’e inerek bu denize kıyısı olan bütün devletlerin, Ortadoğu ülkeleri ile Kuzey Afrika devletlerini etkisi altına alabilir. Aksi durumda da hasım Karadeniz devletleri bu imkandan yoksun kalır.

18 MARTTAN ÖNCE ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA TÜRK SAVUNMA DÜZENİ:

Birinci Dünya Savaşı daha başlamadan önce HAZİRAN-1914’de bir Alman tahkim heyeti tarafından boğazdaki topçu bataryaları ve tabyalar incelenmiş ve mevcut 32 batarya 22’ye indirilmiş, ayrıca topların çaplarına ve menzillerine göre dağılımı ve mevzilendirilmeleri yeniden düzenlenmiş, savunmanın kuvvet çoğunluğu Boğaz’ın içine ve orta bölgelerine alınmıştır.

Bu sırada Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Alb. Cevat Bey ve Kurmay Başkanı’da K. Yrb. Selahattin ADİL Bey’dir. Boğazlar Komutanlığına da Alman Amirali UZEDUM atanmıştır.

Bölgede Almanların 26 Subayı ile 432 Eratı vardır. Bunlardan bir kısmı Çanakkale’ye gelmiş ve Hamidiye Tabyası’nda görevlendirilmiştir. Alman Korvet Kaptanı VOSÎTO komutasında bir kara topçuluk kursu açılmış, eksiklikler tamamlanmış, Alman torpido kaptanının idaresindeki Alman mayın ekibi de Türk mayıncılarına yardımcı olmuşlardır.

Eğer bu boğaz seri ateşli ve uzun menzilli ağır topçu ve bol mayın ve deniz altı ağlarıyla daha da pekiştirilebilseydi bu savunma gücü kuşkusuz çok daha artırılabilecekti. Ancak elde mevcut olanlarla yetinilmek zorunda kalınmıştır.

Boğaz savunmasını güçlendirmek amacıyla, Mesudiye Zırhlısı’ndan sökülen ağır toplar, Anadolu kıyısında ki “Mesudiye Tabyası’na” konulmuştur. Zırhlı ise KEPEZ ile ÇANAKKALE arasında ki SARISIĞLI mevkiine demirletilmiş ve mayın tarlaları ile belirli bir bölgeyi koruyacak şekilde “Set Bataryası” olarak kullanılmak üzere KEPEZ ile Dardanos Bataryalarına yardımla görevlendirilmiştir. Ancak bu zırhlı, savaşın ilk anlarında torpillenmiş, su bölmeleri de olmadığından yana yatarak batmıştır. Boğaz’da yerleştirilen topların bir kısmı da Edirne Müstahkem Mevkii’nden getirilmiştir.

Mayınlama için, Trabzon kıyısındaki Ruslardan kalma mayınlar ve İzmir sularındaki Fransız ve Balkan Savaşı’ndan kalma Türk mayınlarından yararlanılmıştır.

Tabyalar, çevreleri taş ve topraktan yapılmış, cephanelikler ve erat sığınaklarının bir kısmı toprak altına alınmıştır.

Bölgedeki bütün toplar çoğunlukla kısa menzilli ve ağır ateşli toplar idi.

Çanakkale Savaşı’nın savunma tertibatı, Boğaz’ın savunması, 3 bölüm halinde derinliğe doğru şu şekilde düzenlenmiş idi. (Kroki-2’ye bak)

1 – Dış Savunma Bölgesi: Boğaz’ın Ege tarafındaki giriş yerinde 4 tabyadan oluşmaktaydı. Bunlar: ORHANİYE-KUMKALE-SETTÜLBAHİR ve ERTUĞRUL tabyalarından ibaret idi. Buradaki topların sadece 4 adedi büyük gemilere ateş edecek çap ve menzile sahip olup, seri ateşli idiler. Bu tabyaların görevi düşman donanmasını Boğaz’a girmeden önce zayiata uğratmak ve derinlikteki tabyaları ileriden korumaktı.

2 – Orta Savunma Bölgesi: Boğaz’ın içinde KARANLIK LİMAN’dan (Erenköy önlerinden) Kepez’e kadar olan kısımda önceleri Kepez ve Dardanos’tan başka tabya yok iken, daha sonra 7 tabya ile takviye edildi. Bunlar:

– Anadolu kıyısında : KEPEZ, DARDANOS, MESUDİYE ve CEVAT PAŞA tabyaları.

– Rumeli kıyısında: TANKER, BAYKUŞ, KUMBURNU tabyaları. Bu her iki kıyı tabyalarında ağır toplar mevzilendirilmişti.

3 – İç Savunma Bölgesi: Bu bölgede 9 tabya vardı.

– Anadolu kıyısında : NARA, MECİDİYE, ÇİMENLİK, ANADOLU HAMİDEYESÎ-tabyaları.

– Rumeli kıyısında: YILDIZ, DEĞERMENDERE, NAMAZGAH, RUMELİ HAMÎDÎYESÎ ve MECİDİYE tabyaları.

Bu tabyalarda toplam 59 ağır top vardı. Bunların ancak 8’i büyük çapta ve seri ateşliydi. Boğaz’ın en çok tahkim edilen ve mayınlarla pekiştirilen bölgesi burasıdır. Çünkü burası aynı zamanda boğazın daralar yöresidir. Bu bölgede savunma çökertilirse İstanbul yolu tamamen açılmış olacaktır.

Yukarıda sıraladığımız her üç savunma bölgesinde Oniki’si seri ateşli, toplam 109 adet orta ve ağır top vardı. Ayrıca 48 adet hafif ve orta top daha vardı ki bu toplardan 63 adedi savaşa girişimizden sonra Almanya’dan getirilmişti. Diğerleri boğaz tahkimatında mevcut idi.

Boğaz’daki topların tüm mevcudu 170 adedi bulunuyordu. Bunların ancak 8 tanesinin menzili 15 km. ye ulaşmaktaydı. Diğerlerinin menzilleri 7-10 km. arasında değişmekteydi. Savunma hazırlıkları sırasında mayın hatları takviye edilmiş toplam 407 mayın kullanılmış, bunlarla 10 mayın kuşağı yapılabilmişti. 8 adet ışıldak bu mayın kuşaklarının aydınlatılmasına görevlendirilmişti.

7.5’luk bir kısım ALMAN Krup topu uçaksavar olarak hava taarruzlarına karşı mevzilendirilmişti.

Alman topçu uzmanları topların çoğunu Boğaz girişinde mevzilendirmeyi düşünüyorlardı. Oysa ki, düşman donanması uzun menzilli toplarıyla kıyıdaki bu toplarımızın menzili dışında kalarak mevzilerimizi rahat rahat dövebilecekti. Nitekim öyle de oldu. Türk komutanları topçularımızın çoğunu orta ve iç savunma bölgelerine yerleştirerek, Boğaz’ın daha etkili ..olarak savunulmasını sağlamışlardır.

Harekât başladıktan sonra gelişmelere paralel olarak 48 hafif toptan çoğu, orta savunma bölgesinde set bataryaları olarak görevlendirilmişti.

18 MARTTAN ÖNCE BOĞAZ’A YAPILAN DENİZ TAARRUZLARI:

İlk Deniz Savaşı : (Boğaz’a karşı icra edilen keşif taarruzu şeklinde yapılmıştır.) 3 KASIM 1914 günü 3 İngiliz Zırhlısı ve 2 Kruvazörü Rumeli kıyısına karşı ve 2 Fransız Zırhlısı da Anadolu kıyısındaki Boğaz’ın giriş tabyalarını 20 dk. süre ile ateş tufanına boğmuştur. Bu bombardımanda dış tabyalarımız büyük bir yıkıntıya uğramış ancak daha sonra kısa bir sürede Mehmetçiklerimiz tarafından onarılmıştır. Bu kısa savaş, açık denizlere bakarı dış tabyalara fazla bel bağlamanın doğru olmadığı düşüncesini kanıtlamıştır.

İtilaf Taarruz Planı: itilaf Devletleri Akdeniz Başkomutanı Amiral CARDEN’in, 15 Ocak 1915 tarihinde yaptığı 4 aşamalı taarruz planına göre boğaz bir ay içinde geçilmiş olacaktı. Buna göre birinci aşamada dış savunma tabyaları imha edilerek ortadan kaldırılacak; ikinci aşamada orta savunma tabyaları ve üçüncü aşamada iç savunma tabyaları yok edilecek; 4’ncü ve son aşmada ise boğazda arta kalan mayınlar, temizlenecek, boğaz emniyet altına alınarak Marmara Denizi’ne çıkılacak ve İstanbul’a girilecekti. Boğazın kara bölgesinde güvenliğini sağlamak üzere MİDİLLİ’de yeterince kara kuvveti toplanacaktı. Bu plân kağıt üzerinde çok güzel ve uygulanabilir görülüyordu. Hatta bazı aceleci İtilaf komutanları, Boğaz’ın geçişi için öngörülen bir aylık süreyi çok uzun bulmaktaydı. Ne var ki Mehmetçiğin inanç, inat ve cesaretle kenetlenmiş savaş azmi ve Türk komutanlarının kararlılıklarını kağıt üzerine çizmek mümkün olmamıştır. Boğaza yapılan bu ilk saldın Türk savunmasını bir yoklama, bir deneme ve keşif niteliğinde yapılmıştır. O gün geriye çekilen zırhlılar daha bir çok deneme yapmak üzere saldırılarına devam edeceklerdir.

1915 ŞUBAT AYINDAKİ DENİZ TAARUZLARI:

19 – 25 ŞUBAT SAVAŞLARI:

Yukarıda açıklanan plânın birinci aşamasının uygulanmasına 19 ŞUBAT günü güzel bir havada başlandı. Bu kez saldırıya tam 9 zırhlı ve kruvazör katılıyordu. Bunlardan 6’sı İngiliz 3’ü Fransızlara ait idi. itilaf donanması süzüle süzüle Boğaz’a yaklaşmaya başlamış ve saat tam 09.36’da Boğaz girişindeki tabyalarımızın üzerine ateş kusmaya başlamıştır. Bu harekât sırasında hava bozmuş, deniz kabarmış ve-sertleşmiş ve bu nedenle düşman donanması umduğu derecede büyük tahribat yapamamıştı.

Saldırı için hazırlanan bütün düşman gemilerindeki top sayısı (hepside en son sistem olmak üzere) 247’yi buluyordu. Bunlar, Boğaz girişindeki tabyalarımızdaki 19 adet topumuzun menzili dışında durarak ağır mermileriyle mevzilerimizi dövüyordu. Bu durum bir boksörün, kollan bağlı bulunan hasmıyla dövüşmesine benzemekteydi. Menzilleri yeterli olmadığı için gereken cevabı veremeyen Türk tabyalarının bu suskunluğundan cesaretlenerek ileri atılan düşman zırhlılarından bazıları Mehmetçiğin kol mesafesine girince hak ettiği darbeleri aldı. Hasara uğratılan 3 düşman zırhlısı çareyi kaçmakta buldu. Ama bunlar bir vuruşta öldürülecek cinsten değildi. Donanma, geri çekilme karan aldı ve kıyılarımızdan açılarak açık denizlerin güvenliğine sığınarak havanın yatışmasını beklemeye başladı.

Bu saldırılarla giriş tabyalarımızdan 4’ü (ERTUĞRUL, SETTÜLBAHIR, KUMKALE ve ORHANÎYE) tahribata uğratılmış, ama toplarımızın tamamı sus-durulmadığı için 20 ve 25 ŞUBAT 1915 günleri güzel havayı kaçırmak istemeyen bu deniz ejderlerinin sayısı artırılarak saldırılarını tekrarlamış ve bu arada KUMKALE ile SETTÜLBAHIR kıyılarına yoğun ateş desteği altında çıkanları küçük tahrip timleri bu tabyalarımızı işe yaramaz hale getirmişlerdir.

Düşman saldırı plânının birinci aşaması bu savaştan sonra tamamlanmıştır. Üç düşman zırhlısının hasara uğratılmasına karşı 19 topumuzu kaybetmişti.

Bu harekâtı Amiral CARDEN’in yardımcısı De ROBECK yönetmekte idi. Boğaz girişindeki tabyalarımızın artık ateş edemeyecek bir durumda olduğunu gören De ROBECK mayın tarama gemilerini boğazdan içeriye 5 mil kadar sokmuş ve yaptırdığı keşif sonunda herhangi bir mayına rastlanmadığı hususunda rapor almıştı. Bu haber Başkomutan Amiral CARDEN’e hemen ulaştırıldı. Amiral o günkü kazancını başarının bir ölçeği olarak kabul edip harita üzerinde pergelini açarak İstanbul’a kadar olan mesafeyi ölçtükten sonra oturduğu koltukta arkasına yaslanarak derin bir nefes almış, LONDRA’daki Amirallik Dairesi’ne şu mesajı çekmiştir: “Yaklaşık 14 gün içinde İstanbul’a varmış olacağımızı tahmin etmekteyim.” Bu rapor güzeldi hoştu ama kıyılan bekleyen Mehmetlerin azim ve cesaretleri gene hesaba katılmadan yazılmıştı.

18 ŞUBAT taarruzlarında Boğaz girişindeki savunma hattımızı oluşturan tabyalarımızın düşmesi bazı önemli siyasal sonuçlarda doğurmuştur. Şöyle ki:

Hâlâ tarafsızlığını sürdüren İTALYA, İtilaf Devletlerine daha sıcak bakmaya başlamış, BULGARİSTAN’ın yüzü, ALMANYA’ya dönük iken bu durum üzerine çekingen bir hal almıştır.

Rusya, Karadeniz Boğazı’na 40 Bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı önermiştir. Çünkü daha önce LONDRA’daki patronların hakemliğinde yapılan “Osmanlının bölüşülme plânında” İSTANBUL ve yöresi Ruslara bağışlanmıştır. Gerçi o zaman öyle gerekiyordu ama şimdi durum daha başkaydı. İstanbul ve Çanakkale Boğazlan Hindistan yolunun güvenliği için İngiltere’nin kontrolünde bulunmalıdır. Diğer yandan da Rusya, şimdi kendi canının derdine düştüğünden ses çıkaracak hali de kalmamıştır. Ayrıca İstanbul ve Boğazların Ruslara hediye edilmesi, Fransa’nın Ortadoğu hegemonyasına ters düşmekteydi. Şu sırada ortaya güzel bir fırsat çıkmıştır. Voleleri iyi kullanmakta usta olan İngiliz Politikacıları bunu değerlendirmeliydi. Zaten Avrupa cephesinde Alman baskısına dayanamayan Rusya’nın imdat diye bağırmaktan sesi kısılmak üzereydi. Bir taşla iki, hatta üç kuşun vurulacağı çok iyi bir fırsat çıkmıştır. Bu kaçırılmamalıydı.

Boğazlar aşılmalı, İstanbul’a girilmeli, ve Osmanlı İmparatorluğu’na böylece diz çöktürüldükten sonra Rusya’nın istediği yardım malzemelerini bu yoldan göndererek bir yandan dostluk görevi yerine getirilirken diğer yandan da Alman cephelerinin doğusundan ve batısından taarruza geçilerek onun da işi bitirilmeliydi.

26 ŞUBAT 1915 SAVAŞI:

Boğaz girişindeki tabyalarımızın susturuluşundan sonra Amiral CARDEN’in yaptığı plânın ikinci aşamasının uygulanılmasına sıra gelmiştir. Bu maksatla 26 Şubat sabahı İtilaf donanması, bu kez biraz daha güçlendirilerek Boğaz’ın “Orta Savunma Bölgesine karşı kesintisiz olarak 8 saat sürdürdüğü bir ateşle saldırıya geçmiştir.

Orta savunma bölgesinin her iki kıyısından Türk savunmasının esasını gezgin, hafif bataryalar oluşturmaktaydı. Kuşkusuz savunmanın bel kemiğini her iki kıyıdaki mevcut tabyalarımız teşkil etmekteydi. (Kroki – 2’ye bak)

Gezgin hafif bataryaların çoğu kıyıya bakan ilk sırtların hemen gerisinde mevzilendirildikleri ve yerlerini de düşman gemilerinin boğazdaki pozisyonuna göre sık sık değiştirdikleri için, düşman tarafından yerlerinin saptanması çok zor olmaktaydı. Bu günkü savaşta oldukça fazla mermi yakılmıştı. Topçularımız çok kısıtlı olan mermilerini büyük bir dikkatle kullanıyor, üstün disiplini, yüksek eğitimi ile kısıtlı atışlarla düşman zırhlılarının ensesinde adeta boza pişiriyordu. îtilaf donanması Boğaz’dan içeriye girdikçe gemilerin güverteleri, nereden geldiği belli olmayan mermi tarakaları ile inliyor, düşman şaşkınlık içinde kalıp bocalıyordu. Buna rağmen donanmanın çok üstün ateş gücü karşısında boğazın orta savunma bölgesi önemli derecede tahribata uğratılmıştı.

Saldın planının ikinci aşamasını teşkil eden bu günkü savaşlarda îtilaf donanması Boğaz’da şöyle-böyle tutunabilmişti. Sıra artık, planın üçüncü aşamasını uygulamaya gelmişti. Bu aşamada mayınlar temizlenecek, iç savunma bölgesindeki tabyalar tahrip edilecek ve MARMARA’ya çıkılacaktı. Bu amaçla, îtilaf donanması toplayabildiği bütün gücüyle Boğaz’a yüklenecek ve düşündüğü son darbeyi 18 MART ‘da indirmeyi deneyecektir.

18 MART ÖNCESİ DURUM

26 ŞUBAT’tan bu yana bütün hazırlıklarını bu yönde tamamlamış bulunuyordu. Bu savaşlara tarihçiler ÇANAKKALE Deniz Savaşları demiştir. Oysa ki mayın harekatı hariç bu savaşlar baştan sona donanmayla kara topçusu arasında cereyan etmiştir.

Ayrıca, tarih yazarları bu kadar dar bir su parçası üzerinde; karşısında hiçbir düşman gemisi bulunmadığı halde böylesine büyük bir donanmanın bu tür bir savaşa ilk kez katıldığını belirtmişlerdir.

Çanakkale Boğazı’nda devam eden deniz savaşları adeta sahnede oynanan bir oyun gibi olmuştur. Çünkü boğazın her iki yakasında her hangi bir tepe üzerinde duracak bir kimsenin, savaşın bütün detaylarını sonuna kadar görüp seyredebileceği bir tarzda cereyan etmiştir.

18 MART saldırısına kadar hava, hemen hemen devamlı olarak bozuk gitmiş, İtilaf donanmasına kıyılarımıza sokulma olanağını vermemiştir. Türk ordusu bu fırsattan çok iyi yararlanmış, yıkılan tabyalarını onarmış, toplarının bakımlarını yapmış, ve yeni takviyeler getirmeyi başarmıştır.

Bu dönem içerisinde îtilaf Devletleri donanmanın tek başına Boğaz’ı düşüremeyeceğini anlamaya başlamış ve deniz harekatına paralel olarak karadan da müdahale edecek şekilde kara kuvvetlerini LİMNİ ADASI’NA yığmaya başlamıştır. Bu defa iş sıkı tutulmalıydı. Bu maksatla MISIR’da bulunan İngiliz Generali MAXVELL’e de emirler gönderilmiş “Ortadoğu harekat alanındaki bir çok kıtaların emrine verildiği” bildirilerek bunların “Çanakkale’ye şevke hazır tutulmaları” istenmişti. Bütün bu kuvvetlerin komutanlığına da HAMILTON tayin olmuştur.

Bu arada “Akdeniz İngiliz Donanması Başkomutanı “Amiral CARDEN bu güne kadar cereyan eden savaşlardan dolayı sinirleri iyice bozulmuş ciddi olarak sağlığını kaybetmiştir. Kendisini asıl bunalıma iten sorunların başında Boğaz’da günün her saatinde mevzi değiştiren ve ele avuca sığmayan Türklere ait hafif set bataryalarının hırpalayıcı ateşleriydi. Yoğun deniz bombardımanıyla tam susturuldukları sanılan bu bataryaların bir kaç saat sonra başka bir yerde yeniden ateşe başlamaları amirali çileden çıkarmaya yetiyordu. Bu ve benzer olaylar nedeniyle düştüğü asap bozukluğu içerisinde görevinden affedilmesini istemekteydi. Oysaki son üçüncü aşamaya ait plan, bir kaç gün içinde uygulamaya koyulacaktı. Doktorlar kendisini muayene ettiler ve “Ruhsal Çöküntü” tanısıyla derhal İNGİLTERE’ye geri gönderilmesinin uygun olacağı yolunda raporlarını verdiler. Amiral LONDRA’ya durumu bildirerek İNGİLTERE’ye döndü.

17 MART 1915 günü, Amiral CARDEN’in yardımcısı, Amiral De ROBECK ertesi günü girişilecek son, büyük ve kesin taarruzun komutanlığına getirilmişti. Onun başkanlığında 17 MART günü yapılan son toplantıda 18 MART harekatı bir kez daha gözden geçirildi.

18 MART 1915 günü, bundan 80 yıl önce Çanakkale’de ufukları ümit ve zafer neşesi kaplayan bir fecir daha söktü. Dardanos’un toprak kümbetinden ufku gözetleyen Mehmetçik, sayısı 18’e ulaşan çelik gömlekli hayaletlerin, enginlerin buğusunda helecanlı siluetler çizerek Boğaz’a yaklaştığını görüyordu.

Okyanusların bu fütursuz aşinalarına Türk topçusu toprak tabyalarından mert ve asil bir karşılık daha hazırlamakla meşguldü.

Bu çelik hayaletlerin içinde, adını taşıdığı kraliçe gibi haşmet ve güvenle ilerleyen QUEEN ELIZABETH zırhlısı, Marmara’dan kopup gelen MART rüzgarının serin teması ile mest olmuşa benziyordu.

İtilaf donanması kesin sonuç almayı tasarladığı saldırı plânını 3 dalga halinde şöyle düzenlemişti.

1. Hatta:

Modern zırhlılardan oluşan QUEEN ELIZABETH, AGAMEMNON, LORD NELSON, INFLEXIBLE gemileri yer almış ve bu hattın sağ ve sol gerilerinde de P. GEORGE ile TRÎUMPH gemileri bulunmaktaydı.

2. Hatta:

Fransız gemilerinden oluşan GAULOIS, CHARLEMANGNE, BOUVET VE SUFFREN zırhlıları bulunmaktaydı. Bu hattın sağ ve sol gerilerinde İngilizlerin MACESTİK gemisiyle SWIFTSURE bulunmaktaydı.

3. Hatta:

Bu hatta eski İngiliz zırhlıları yer almıştı : Bunlar VENGEANCE, IRRESISTIBLE, ALBION, OCEAN olmak üzere iyi bir hava, durgun bir denizde saat 10.00’da boğaza girmeye başladılar. Saat 11.00’de ilk hat zırhlıları Çanakkale’ye 12 km. mesafedeki önceden saptanan mevkilerine gelerek TRUMPH zırhlısının ilk mermisini saat 11.15’te ateşlemesiyle bu günkü savaş başladı.

Düşmana ilk karşılık MESUDİYE ve DARDANOS tablalarından verildi. Türk savunma planına göre gemiler topçuların menziline girinceye kadar pusuda beklenecek ve menzil içine girer girmez baskın tarzında ateş açılacaktır.

Düşman Boğaz’da ilerledikçe menzillerine giren topçularımız ateş açıyor, savaş giderek kızışıyor, çelik namlularda kibir ve inatla körüklenmiş alevler yanıyor. Düşmanın dev cüsseli mermileri kudurmuş bir manda gibi toprak tabyalardan hınç alıyordu.

O gün saat 12.00’ya geldiğinde ÇİMENLİK TABYASI’ndaki cephaneliğimiz infilak etmiş, NAMAZGAH ve Anadolu HAMİDİYE Tabyaları yerle bir olmuştur. Ama Türk topçusunun hedefini şaşmayan ilk mermileri AGAMEMNON zırhlısını vurmuş, çelik zırhını parçalamıştır.

INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsünde yangın çıkmış diğer bir çok zırhlılar isabet almıştır.

Bu sırada (Saat 12.00’de) ikinci hatta bulunan Fransız zırhlılarına Amiral tam yol ileri emrini verdi. Bunlar ön hatları aşarak ileriye fırladı ve ÇANAKKALE’ye 7 km. kadar sokuldu.

Savaşın en şiddetli saatleri yaşanmaktaydı. Türk topçuları boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki Türk tabyalarını hallaç pamuğu gibi atıyorlardı.

Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı, ağır yara alarak savaşamaz hale gelmiş, BOUVET zırhlısı da Rumeli HAMİDİYE’sinden altığı tam isabetle ağır şekilde yaralanmış, yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçarken saat İ4.00’de ayağı, Boğaz’ın ateşten gerdanlığına takılarak aldığı mayın yarasıyla bir kaç dakika içinde burnu havaya kalkmış ve ardından kıç üstü suya kapanarak Boğaz’ın derinliklerinde gözlerden kaybolup gitmiştir. Zırhlıda ki 639 kişi gemiyle birlikte dibi boylamıştır. İki dakika içinde cereyan eden bu olay düşman donanmasında büyük bir şok yarattı. 18 MART savaşlarından daha önce, 7/8 MART 1915 gecesi Dz.Yzb.Hakkı Komutasındaki NUSRET Mayın gemisi bütün ışıklarını söndürerek inanılmaz bir cüret ve cesaretle Boğaz’da kum gibi kaynayan düşman zırhlılarının arasından süzülmüş, Karanlık Liman’a yanaşmış ve 26 adet mayınını bu sulara gayet planlı bir şekilde ve tek sıra halinde dökerek gene geldiği gibi sessizce süzülüp üssüne dönmüştü. Dz.Yzb.Hakkı’nın sulara bıraktığı mayınlar, düşman gemilerinin daha evvelki savaşlarda da manevra sahası olarak kullandıkları KARANLIK LİMAN’ın, ERENKÖY koyuna bakan sahiline paralel olarak sıralanmıştır. BOUVET zırhlısı Yzb. Hakkı’nın azizliğine uğrayan ilk deniz ejderi oluyordu. Ama işler daha bitmemiştir.

Batan Bouvet zırhlısının imdadına koşan SUFFREN, GAULOÎS aynı akıbete uğramış bu zırhlının üzerine toplanan mermilerimiz onu da amansız yakalayarak hırpalamış ve yüz geri püskürtülmüştür.

Ne var ki, kader ağlarını yavaş yavaş örüyor. Ve Yzb. Hakkı Bey’in kurduğu tuzak işlemeye devam ediyordu. Saat 15.00’te başka bir mayına çarpan IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.30’da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra OCEAN zırhlıları tam ileriye atılacaklardı ki, onların da ayakları boşa gitti. Mayına çarparak kendilerini bir ateş çukurunda bulup suda eriyen saman kağıdı gibi bükülerek battılar.

INFLEXIBLE güçlükle çekilerek (Aldığı mayın yarası dolayısı ile) İMROZ’a götürülmüş ve kıyıya, baştankara edilmiştir.

NUSRET’in mayınları meğerse ne güzel patlarmış.

Böylece 6 saat içerisinde üç büyük zırhlısını kaybeden ve bundan daha fazlasının da Türk topçusunun hedefini şaşmayan mermileri altında, ağır yaralar aldığını gören Amiral De ROBECK bu hezimet karşısında bütün moralini kaybetmiş. “Ya şimdi sıra QUEEN ELIZABETH’e gelirse diye” düşünmekten kendisini alı koyamayarak sırtında soğuk suların ürpertisini hissetmeye başlamıştı.

Ağır yaralar alan gemiler birbirlerinin imdadına koşuyor, batan gemilerin mürettebatını kurtarabilmek için sayısız tekneler sağa sola koşuşturup duruyorlardı. Her halde mahşer denilen de böyle bir şey olmalıydı. Donanmadaki bütün komutanlar arasında panik havası esmekte idi.

Amiral De ROBECK bugün, hayatının en uzun gününü yaşamaktaydı. Bu ateş tufanından bir an evvel kurtulabilmek için “karanlığın çökmesini dört gözle bekliyordu. Bereket versin ki MART’ın akşam güneşi erken batmaktaydı.

Bu ölüm kalım savaşında Türk tabyalarında da önemli hasarlar meydana gelmiş, saat 14.00’e doğru hiddetli bir yangın ÇANAKKALE ile KİLİTBAHİR’i parmağına dolamış, muhabere hatlarımız parçalanmış, daha da kötüsü akşama doğru bütün müstahkem mevkii komutanlığının elinde sadece 30 atımlık mermi stoku kalmıştır.

Savaşın en ağır yükünü çeken DARDANOS tabyasındaki açık ateş mevziinden savaşa katılan 6 adet topun hepsi de saat 17.00’ye doğru kullanılmaz hale gelmiş, hemen bütün eratı saf dışı olmuş, son anda batarya Komutanı Ütğm. Hasan Hulusi ve takım subayı Trabluslu Tğm. Mehmet Mevsuf hâla ateş edebilecek durumda kalan son iki topun başına bizzat geçmişler ve her biri 8 erle kullanılan bu toplan iki subayımız tek başlarına kullanarak ateşe devam etmişlerdi. Bu tabya ve çevresine düşen top mermilerinin sayısı zaman zaman dakikada 400-500 atıma ulaşmaktaydı.

Bütün bu hengame içerisinde Türk tarafının kaybı 4 subay, 40 er ve 74 yaralıdan ibaretti. Buna karşılık İtilaf Donanması 1/3’nü kaybetmiştir. (Zırhlılardan üçü batmış, üçü de uzun süre işe yaramayacak şekilde ağır yaralanmıştır.) Saat 17.10’da Amiral DE ROBECK, artık yapacak birşey kalmadığını görerek boynu bükük çekilme emrini veriyordu.

Bu şekilde sona eren 18 MART Savaşı’nın zaferle sonuçlandırılmasında NUSRET Mayın Gemisi’nin ve onun kahraman Komutanı Yzb. Hakkı kadar, DARDANOS bataryasının da payı vardır. 18 MART günü aslında bir kahramanlık sıralaması yapmaya da olanak yoktur. Çünkü bütün bataryalar onların subayları ve erleri hayatlarını hiçe sayarak gerçekten ölüme meydan okuyup çarpışmışlardır. Ancak, DARDANOS Bataryasının Boğaz’da işgal ettiği mevkii özelliği dolayısı ile çok ayrı bir yere sahip olmuştur. Bütün kahramanlarımızın şahsında sadece bu bataryamızın menkıbesine kısaca değinmek istiyorum.

DARDANOS Bataryası’nın Menkıbesi:

Bu batarya Çanakkale Boğazı’nda Karanlık Liman’ın kuzey bölgesine düşen ve küçük bir dirsek yaparak Çanakkale şehrini arkasında saklayan bir tepenin tam üzerinde, denizden birden bire yükselen (120 m. yükseklikte) önü ve arkası sert yamaçlarla aşağı doğru inen bir arazi kesiminin üstünde açık ateş mevziinde tertiplenmiştir. 6 Toptan oluşan bataryanın menzili 15 km. kadar olup Boğaz’ı girişinden itibaren ateş altında tutabiliyor. Topların çapı 15 cm. olup seri ateşliydi.

Düşman donanması Boğaz girişindeki tabyaları tahrip ederek, içeri girdikten sonra DARDANOS’un kahredici ateşi ile karşılaşmıştır. Bu nedenle de Boğaz’daki bütün düşman gemilerinin baş hedefi olmuştur.

Batarya, tepenin en üst hattında açıkta mevzilendirilmiş olduğu için denizden bakıldığında bu 6 topun silüyeti tamamen ufka düştüğünden uzaktan, sanki kanatlarını açarak bir tepenin üzerine konmuş altı kartal gibi görünüyordu. Gemi toplarının bunları saf dışı edebilmesi; her birini tek tek tam isabetlerle nokta atışı yaparak vurmasına bağlı kalıyordu. Bu ise denizde devamlı sallanan gemi topçuları için hiç de kolay bir görev sayılmazdı. Düşman zırhlılarının DARDANOS’a gönderdikleri salvolar, ya; yamacın ön yüzünde patlıyor ya da topların üzerinden ve aralarından aşarak daha gerilerde paralanıyordu.

Akşam saatlerine doğru toplardan biri, namlusu içinde paralanan kendi mermisiyle hasara uğramış, namlusu zambak gibi açılmış ve susup kalmıştı. Diğer iki topun birer tekerleği, dingil başlarından kopmuş, birer dizini yere vuran İzmir Zeybekleri gibi olduğu yerde kalmışlardır. Bir diğer topun kalkanı ile namlusu arasına saplanan, ama şans eseri patlamayan bir düşman mermisi o topu da göğsünden hançerlenen bir Dadaş heybeti ile yerine mıhlamıştı.

Ayakta kalan diğer iki topun kalkanları lime lime olmuş ve akşam 17.00’ye doğru bataryanın bütün erleri yaralanmış ya da şehit düşmüş ve bataryada ateş edebilecek iki top ile iki subay ve bir sıhhiye çavuşu kalmıştı. Yaralı Olmalarına rağmen her biri birer topun başına geçerek bütün kin ve hırslarıyla namluya sürdükleri 15’lik mermileri düşman gemilerinin suratlarının ortasına fırlatmaya devam ettikleri sırada bu iki topun orta yerinde paralanan bir düşman mermisi bu iki kahraman subayımızı ağır yaralayarak yere sermiştir. Durumu gören sıhhiye çavuşu koşmuş her iki komutanını da bellerinden kavrayarak bataryanın sargı yerine doğru indirirken bu sırada geri çekilme emrini alan gemilerden birinin attığı son mermi Üstğ. Hasan ve Tğm. Mevsuf un hemen arkasında toprağa saplandıktan sonra patlamış ve kabaran toprağın altında kalan bataryanın bu son kahramanları şahadet mertebesine ulaşmıştır. Şimdi bu kahramanlar, DARDANOS Tabyasında o gün şehit düştükleri, bu günde onların isimleriyle anılan “Hasan-Mevsuf Şehitliğinde” ebedi uykularını uyumaktadırlar.

18 MART 1915 GÜNÜ AKŞAMI, güneş, Ege Deniz’ine gömülürken tabyalardan ufku gözetleyen Mehmetçikler düşman zırhlılarının sayısının 12’ye düştüğünü müjdeliyordu.

SONUÇ:

– 18 MART, yersiz bir gururun Karanlık Liman’da boğuluşunun tarihlere kaydedildiği bir gün olmuştur.

– Türk Denizcilerinin kahramanlığı ve Türk topçusunun hedefini şaşmayan çelik yumruğu bu zaferin sağlanmasında başlıca rolü oynamıştır.

– 18 MART LONDRA’yı ODESA’ya bağlayan deniz yolunun Karanlık limanda kaybolduğunun bütün dünyaya ilan edildiği gündür.

– 18 MART, İtilaf devletlerinin ve onların yenilmez sanılan armadalarının son tarih denemelerinin bir başlangıcı olmuştur.

– TRUVA’nın koç boynuzu bugün kırılmış; CENEVİZ’in gemisi bugün batmış; Hünkar İskelesi bugün yıkılmış, SEVR bugün çökmüştür. Biz, tam 6.5 asır boyunca LOZAN’ı ALÇITEPE’de; Mudanya’yı, CONKBAYIRI’nda bekledik.. MONTRÖ’yü, İMROZ’un önünde kucakladık.

– Osman oğullan Çanakkale Boğazı’nı kırık bir salla geçmiş, VİYANA kapılarına dayanmışlardı. Fakat, 18 MART’ta ne Amiral De ROBECK aynı yerden QUEEN ELIZABETH ile geçebilmiş ve ne de daha sonra General HAMİLTON’un başı sarıklı mecusi neferi ilahi ateşte tavlanan baltasını Ayasofya’nın kubbesine indirebilmiştir.

– 542 Yıl önce Fatih, Bizans’ı yaşadığı çağla beraber yere serdi. 18 MART’ta da torunları Çanakkale’de bir darbe ile Koca Çarlığı yere yıktı. Kocası Deli PETRO’yu kurtarmak için PRUT suyu kenarında namusunu Baltacı’ya veren KATERİNA, başındaki tacını da bugün bu kıyılan bekleyenlere veriyordu.

18 MART 1915 SAVAŞININ SONRASI:

18 MART savaşını izleyen günlerde İngiliz Harp Kabinesi ve Amiral De ROBECK Boğaz’ı zorlamaya devam etmeyi düşünmüşlerse de verdikleri zayiatın kısa sürede yerine konulamayacağını anlayarak deniz harekatını durdurmaya, kara ve deniz kuvvetlerinin hazırlıklarını tamamladıktan sonra ileri bir tarihte GELİBOLU Yarımadası’na Anfibik kuvvetlerle ortaklaşa bir harekat yaparak Boğaz’ı düşürmeye ve İstanbul’a ulaşma planlarını bir kez daha uygulamaya karar verdi. Tarih 27 MART 1915.

Bölgedeki bütün gemiler MART’ın 22. gününden itibaren ayrılmaya başlamış ve geniş liman imkanları bulunan İSKENDERİYE’ye hareket ettirilmişlerdi. Yeni harekat için teşkilatlanma ve gemilerin çıkarma harekatına uygun şekilde yüklenmeleri için hazırlıklar burada yapılacaktı.

Türk Komuta Heyeti, İtilaf Devletlerinin yukarıda açıklandığı şekilde ikinci bir harekatın yapılabileceğini değerlendirerek Boğaz bölgesinde ve özellikle GELİBOLU Yarımadası’nda gerekli askeri önlemi LİMAN VON SANDERS komutasında ve Gelibolu’da 5’nci Türk Ordusu düşman çıkarmalarına karşı kuruluşunu tamamlamış bulunuyordu.

Kur.Yb. Mustafa Kemal’in komutasındaki 19. Tümen de Bigalı-Maydos bölgesinde 5’nci Ordunun ihtiyatını teşkil etmek üzere bölgeye gelmiştir.

Gelibolu Kara Savaşları 25 NİSAN 1915 günü sabahı fecirle birlikte başlayacak ve İtilaf Devletleri bu savaş harekatında irili ufaklı 600’e yakın savaş ve ticaret gemisinden oluşan, o tarihe kadar örneği görülmemiş bir deniz armadasıyla GELİBOLU Yarımadası’na yükleneceklerdir.

En kanlı savaşlardan biri olarak harp tarihlerinde yerini bulan bu savaşta taraflar yaklaşık 250’şer bin asker kaybedecek sonuçta savaş alanını, Türk’ün zaferine terk ederek 8/9 OCAK 1916 günü son erine kadar GELİBOLU’yu terk ederek çekip gideceklerdir.


Kaynak: Vikipedia
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


 


Önceki İçerikVergi mükellefiyeti bulunmayan vakıflar dışarıdan almış olduğu serbest meslek faaliyetleri için nasıl bir belge almalıdır?
Sonraki İçerikİŞKUR 1 milyonu aşkın kişiye iş sağladı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz