Ana Sayfa Yaşamın İçinden “Adaletsizlik medeniyeti mahveder…” İbn-i Haldun KİMDİR?

“Adaletsizlik medeniyeti mahveder…” İbn-i Haldun KİMDİR?

1342
0

Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî 

D. 27 Mayıs 1332, Tunus -Ö. 19 Mart 1406, Kahire)
Tanınan kısa adıyla İbn-i Haldun
Modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas’ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır’da çalıştı. Kuzey Afrika’nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevikabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır’da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam’ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.

Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime’yi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkiledi. Başta Katip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti’nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. Öyle ki Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle dedi: “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi”.

Hayatı
İbn-i Haldun’un doğduğu ülkeTunus’tur.
Tam adı Ebu Zeyd Abdurrahman ibn Haldun el-Hadramî ya da Abdurrahman b. Muhammed b. Ebu Bekr Muhammed b. Hasan’dır.
Künyesindeki Ebu Zeyd büyük oğlu Zeyd’den gelir. Ayrıca Mısır’da Malikî başkadılığı yaptığı için Veliyüddin, ailesi Yemen’in Hadramut ilinden olduğu için Hadramî, kendisi Tunus’ta doğduğu için Tunusî, diğer mezheplere bağlı olan kadılardan ayırdedilmek için Malikî, hayatının önemli bölümünü Mağrip’te geçirdiği için de Mağribî gibi lakaplarla da anılmıştır.

İbn-i Haldun’un yaşamı çok iyi belgelenmiştir. Hayatı hakkındaki en önemli kaynak, kendi yazdığı otobiyografisi Et-Tarif adlı eserdir. Bu eserde hayatına ilişkin çeşitli dokümanlar ayrıntılı şekilde aktarılmıştır. Bununla birlikte otobiyografisi, özel hayatı ve ailesinin geçmişi hakkında çok az bilgi içerir. Endülüs’te yaşayan ve Beni Haldun olarak anılan bir aileden olup, 1332’de (Hicri 732) Tunus’ta doğdu. Endülüs’te önemli devlet görevlerinde bulunan ailesi, 13. yüzyılın ortalarında Endülüs’ün Kastilya kralı III. Ferdinand tarafından ele geçirilmesinden sonra Tunus’a göç etti. Ailesi Tunus’taki Hafsihanedanının yanında resmî hizmetlerde bulundu. Buna karşın İbn-i Haldun’un babası ve dedesi politik hayattan çekilmiş ve kendilerini mistik bir hayata vermişti. Erkek kardeşi Yahya İbn Haldun da tarihçi idi ve Abdülvadi hanedanı üzerine bir kitap yazmış ve sarayın resmî tarihçisi olmak isteyen bir rakibi tarafından suikasta uğramıştı.

Özgeçmişinde İbn-i Haldun, kökeninin İslam Peygamberi Muhammed zamanındaki Yemenli Arap kabilelerinden Hadramut’a kadar uzandığından ve ailesinin İslamî fetih başlarında İspanya’ya geldiğinden bahseder. Kökenini dayandırdığı Vail bin Hacer, Muhammed’i ziyaret etmiş, hayır duasını almış ve ondan 70 hadis rivayet etmiş bir sahabedir. İbn-i Haldun’un ailesi 8. yüzyıl sonlarında Yemen’den Endülüs’e göç etmiş ve 12. yüzyılda Endülüs’ün İspanya kralı Ferdinand tarafından ele geçirilmesinden sonra Tunus’a göç etmiştir. “Haldun” aile isminin kökeni, öncülleri Osman bin Halid’ten gelir. Halid ismi Yemen halkının âdeti gereği vav ve nunharfleri eklenerek Haldun biçimine dönüşmüştür.[ Ben-i Haldun ailesi, birkaç kuşak boyunca Endülüs’ün  Carmona ve Sevilla bölgelerinde yaşamıştır. İbn-i Haldun, otobiyografisinde “ve bizim ecdadımız, Hadramutlu Yemen Araplarından, Arapların en tanınmış, en saygınlarından olan Vail bin Hacer’den gelmektedir” der. Buna karşın biyografi yazarı Muhammed Abdullah Enan bu iddiayı sorgular ve İbn-i Haldun’un ailesinin o dönemde sosyal statü kazanabilmek için Arap kabilelerinden olduğunu iddia eden Muladilerden olabileceğini öne sürer. Enan, aynı zamanda bazı Berberi grupların da kendilerini Arap bir ecdada dayamak için aldatıcı ve abartılı bir çabaya girdiklerini ayrıntılı şekilde belgeler. Bu çabanın altında yatan nedenin politik ve sosyal nüfuz elde etme arzusu olduğunu belirtir. Başka bir görüşe göre ise, İbn-i Haldun doğduğu yerdeki yerli çoğunluk gibi aynı Berberi atalardan gelmektedir. Bu görüşe göre, Berberi kabilelere duyduğu hayranlık ve saygı yaşadığı dönemin geleneksel bakışına pek uymuyordu. Ayrıca eserlerinde Berberilere ayırdığı yer ve Araplarla karşılaştırmalarında iğneleyici ifadeler kullanması ve Mağrip’in dışındaki olaylara ve devletlere oldukça ilgisiz kalması onun Berberi olabileceğine dair varsayımlar üretilmesini sağlamıştır.Muhammed Hozien bu düşünceye “İbn-i Haldun’un ailesi Berberi olabilir, bununla birlikte ataları zamanında Endülüs’ten ayrılıp Tunus’a gelmişler ise atalarının Arap olduğunu iddia etme ihtiyacı duymazlardı. Çünkü Endülüs’te hüküm süren  Muvahhidler  ve Murabıtlar da Berberi idiler ve İbn-i Haldun Berberi kökenini inkâr etmeyi düşünmezdi” ifadeleriyle karşı çıkar. İbn-i Haldun’un en önemli eseri olarak kabul edilen Mukaddime‘nin en iyi denilebilecek çevirisini yapan Rosenthal ise bu konuda şöyle der: “Her ne kadar yazarımızın kişiliğindeki Berberi ve İspanyol katkıların sonradan işe karışmış olması mümkün olsa da, aklıselim, onun uzak geçmişten gelen Arap kökenine kuşku ile bakmamıza izin vermez”.

Eğitim ve öğrenim

İbn-i Haldun’un dedesi, Tunus’ta Hafsî sarayında vezirdi. Babası Muhammed Vâbili kendini islami ilimler ve edebiyata adamış birisi idi. İlk öğretmeni babası oldu, öğrenimine ondan aldığı derslerle ve Kur’an’ı ezberleyerek başladı. Ailesinin konumu sayesinde Tunus’taki en iyi öğretmenlerden eğitim alma olanağına kavuştu. Kaliteli bir Arap eğitimi olan, Kur’an, Arap dilbilimi, Hadis ve Fıkıh eğitimi aldı. O dönemin tanınmış kıraat âlimi olan Şeyh Abdullah Muhammed bin Bezzal-i Ensari’den “Kur’an’ı Arapçanın yedi lehçesine göre yedi şekilde okumayı” (Kıraat-ı Seba) öğrendi. Şatibiyye ve Raiyye kasidelerini ezberledi. Kendi anlatımına göre Kur’an’ı 21 defa yedi kıraat üzerine hatmetti. Arap dili ve edebiyatını babasının dışında Şeyh Muhammet el-Arabi el-Hasayidi, Şeyh Muhammed Şevvaş el-Mezazi ve Şeyh Ebu Abbas Ahmed bin Kassar’dan öğrendi. Edebiyat ilmini Şeyh Ebu Abdullah bin Bahr’den okudu ve onun tavsiyesiyle Muallekatı (İslamdan önce Kâbe duvarına asılı olan yedi kaside), Mütenebbi’nin şiirlerini ve 10. yüzyıl şiirlerinin büyük bir derlemesi olan Egani kitabını okudu ve bazılarını ezberledi. Fıkıh ve hadis ilmini Şeyh Şemsettin Ebi Abdullah Muhammed bin Cabir, Şeyh Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah Ceyyani ve Şeyh Ebu Kasım Muhammed Kusayr’dan öğrendi. O dönemin ileri gelen aydınlarından olan Şeyh Ebu Abdullah Muhammed bin Süleyman Satti, Şeyh Muhammed bin İbrahim Eyli ve Kadı Şeyh Ebu Abdullah Muhammed bin Abdüsselam’ın meclislerine katılıp her birinden icazet aldı. Böylece hem aklî hem naklî bilimlerde kendini geliştirdi. Ayrıca matematikçi ve filozof olan el-Âbilî’den (1282/3-1356)  matematik,  mantık  ve  felsefe eğitimi aldı, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, Fahreddin Razî ve Şerafeddin el-Tusî’nin eserlerini okudu. 17 yaşında iken üç kıtayı ve bu arada Tunus şehrini de etkisi altına alan Büyük Veba Salgınında ailesini kaybetti.

Çağdaş Dünyada Tanınması
İbn-i Haldun – Mukaddime III. Cilt, 1863 yılına ait de Slane çevirisi, Fransızca

İbn-i Haldun, Mukaddime’yi yazdığında 45 yaşında idi. Bundan sonra ölünceye kadar geçen sürede eseri üzerinde pek çok değişiklik yaptı, yeniden düzenledi. Dolayısıyla eserin farklı yazmaları oluştu. İbn-i Haldun hayatta iken yazıldığı düşünülen dört yazma bugün Türkiye’dedir. İki yazma da hemen ölümünden sonra yazılmış izlenimi vermektedir. Türkiye’de Süleymaniye, Nuruosmaniye, Topkapı Sarayı, Atıf Efendi, Ragıp Paşa, Murat Molla, Millet, İstanbul Üniversitesi, Orhan Bey Camii kütüphanelerinde Mukaddime yazmaları bulunmaktadır.

İbn-i Haldun’un yaşadığı dönem için oldukça yeni ve modern olan düşünceleri Doğu’da yeterince ilgi görmemiştir. Görüşlerinin 14. yüzyılın sonu ve 15. yüzyılın başında Arap düşünce dünyası üzerinde etkisi olduğuna dair hemen hiçbir kanıt yoktur. İbn-i Haldun’u 16. ve 17. yüzyılda yeniden keşfedenler Osmanlılar oldu. Osmanlılarda tarih ve siyasal düşünce üzerine yoğunlaşma eğilimi vardı ve doğal olarak İbn-i Haldun Osmanlı aydınlarının ilgisini çekti. 16. 17. ve 18. yüzyılda İbn-i Haldun’un eserlerinin incelenmesi Osmanlı düşüncesinin gelişiminde önemli yer tutar. Avrupa’da tanınmaya başlaması ise ancak 19. yüzyılda olmuştur.

Kâtip Çelebi, Naima ve diğer Osmanlı tarihçilerinin Mukaddime’nin yazmalarından faydalandıkları bilinmektedir. Eserin Türkçeye ilk çevirisi ise III. Ahmet döneminde 1730’da Pîrîzâde Mehmet Sâhib Efendi (1674-1748) tarafından yapılmıştır. Pîrîzâde eserin ilk 5 bölümünü çevirmiş, kalan 6. bölümü (ya da 3. cildi) ise daha sonra Ahmet Cevdet Efendi çevirmiştir. Pîrîzâde’nin metni 1859’da Kahire’de basılmıştır. Litograf olarak basılan bu metin 617 büyük sayfadan oluşmaktadır. Bunun dışında Rosenthal Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa için yapılan bir Türkçe çeviriden de bahsetmektedir. Eser bir yıl sonra, 1860’ta Ahmet Cevdet Paşa’nın çeviriyi tamamladığı haliyle İstanbul’da basılmıştır. Aynı yıllarda Kitâbu’l-İber’den ilk çeviriler ise Abdüllatif Suphi Paşa tarafından yapılmıştır.

Pîrîzâde/Ahmet Cevdet çevirisinin yayınlandığı yıl eserin Arapça tam metni de Paris’te basılmış ve birkaç yıl sonra De Slane tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir. De Slane daha sonra Kitâbu’l-İber’in 6. ve 7. ciltlerini de Arapça ve Fransızca olarak yayımladı. Kitâbu’l-İber’in tamamı ise 1867-68’de Bulak/Kahire’de yayımlandı. 1900’lerin başına kadar İbn-i Haldun ve Mukaddime’si üzerine İngilizce ve Fransızca olarak çeşitli makaleler yazıldı. Örneğin Silvestre de Sacy Chrestomathie Arabeadlı eserinde Mukaddimeden seçme parçalara yer vermiş, Joseph von Hammer-Purgstall ise Notice sur L’Introduction â la Connaisance de L’Histoire, Celebre Ouvrage Arabe d’Ibn Khaldounda Mukaddime’nin ilk 5 bölümünün bir tasvirini yapmıştır. 1835’te Jakob Grefve, 1852’de Quatremère de Quincy de İbn-i Haldun’u batı dünyasına tanıtmış ve nihayet de Slane’in çevirileri yayımlanmıştır.

Bütün bunlara karşın İbn-i Haldun’un sosyoloji alanında ilgi çekmesi Robert Flint’in 1893’te yazdığı History of Philosophy of History (Tarih felsefesinin tarihi) sayesinde olmuştur. Ardından Gumplowicz’in Soziologische Essaysda yazdığı bölüm ile düşünüre olan ilgi artmış ve ardından İbn-i Haldun üzerine sayısız kitap ve makale yazılmıştır. Bunlar:

  • T. Husain (La Philosophie Sociale d’Ibn Khaldoun, Paris 1917)
  • R. Maunier (Les Idées Économiques d’un Philosophe Arabe an XIV. siècle, 1917)
  • Gabrieli (II concetti della asabiyyah nel pensiere storico d’Ibn Haldun, Tunis 1930)
  • N. Scmidt (Ibn Khaldun, Historian, Sociologist and Philosopher, NewYork, 1930)
  • G. Bouthoul (Ibn Khaldoun, Paris 1930)
  • M. K. Ayad (Die Geschicts und Gesellschaftslehre Ibn Haldun, Stuttgart, 1930)
  • E. Rosenthal (Ibn Khalduns Gedanken über den Saat, München – Berlin, 1932)
  • H. A. R. Gibb (The islam Background of Ibn Khaldun’s Political Theory, London 1935)
  • A. Shimmel (Ibn Chaldun, Tubingen 1951)
  • M. Mahdi (Ibn Haldun’s Philosophy of History, 1957)
  • G. H. Bousquet (Les Textes Sociologiques de la Mouqaddima, Paris 1965)

İbn-i Haldun’un ve Mukaddime’nin batı dünyasında tanınmaya başlanmasıyla aynı dönemde, Mukaddime ve İbn-i Haldun İslam dünyasında da Arap toplumlarının uluslaşma süreci için yararlanılan bir kaynak oldu. Bu çerçevede Mukaddime Arap toplumlarının sosyo-ekonomik gelişmesi sürecinde siyasal hedefler çıkarma amacıyla kullanılmaya çalışıldı. Mukaddime’nin Arapça dışında İngilizce. Fransızca, Almanca, Türkçe, Farsça, Urduca, Hintçe, Portekizce, İbranice tam çevirileri bulunmaktadır.

Rosenthal çevirisi

Mukaddime çevirilerinde öncelikle Arapça metnin esas alınması düşünülür. Ancak metnin Arapça baskılarının hayret verecek derecede yanlış basılmış olduğu ortaya çıkmıştır. Güvenilir bir Arapça baskı bulmak oldukça zordur. Bunun dışında İbn-i Haldun’un Mukaddime’yi ilk yazışından sonra defalarca değiştirdiği, bazı bölümleri çıkardığı, eklemeler yaptığı biliniyor. Bu da çeviri yaparken, elde bulunan çok sayıda el yazması nüshayı karşılaştırarak bir inceleme yapmak gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bugüne kadar yapılan çeviri girişimlerinden Franz Rosenthal ve Zakir Kadiri Ugan çevirileri bu açılardan en başarılı çeviriler olmuştur.

Mukaddime’nin en değerli yazmaları Türkiye kütüphanelerinde bulunmaktadır. Rosenthal Süleymaniye Kütüphanesindeki dört, Nuruosmaniye Kütüphanesindeki yedi, Topkapı, Atıf Efendi, Ragıp Paşa, Murat Molla, Millet, İstanbul Üniversitesi ve Orhan Bey Camii kütüphanelerindeki birer adet yazmanın tümünü inceledi. Beş yazmayı çevirisine esas aldı ve diğerlerinden de yararlandı. Esas alınan yazmalardan, özellikle Yeni Cami ve Atıf Efendi yazmaları tüm dünya kütüphanelerindekilerin en önemlileridir. Atıf Efendi yazmasında, İbn-i Haldun’un kendi el yazısıyla “bu yazmayı incelediği, düzelttiği ve Mukaddime’nin hiçbir yazmasının bundan doğru olmadığı” şeklinde bir not vardır. Rosenthal, 10 yıl süren bir çalışmanın sonunda nitelikli ve yoğun emek içeren Mukaddime çevirisini tamamladı. Rosenthal’in çevirisi Arapça bulunabilecek herhangi bir Mukaddime nüshasından çok daha güvenilirdir. Bu sorunların dışında Mukaddime çevirilerinde en çok karşılaşılan sorunlardan biri yazarın düşüncelerini çağdaş bir yazarın kaleme alabileceği biçimde yazarak, yazarın düşüncelerini modernleştirmektir, ki De Slane’in çevirilerinde böyle bir tehlike ortaya çıkar. Bir diğer sorun ise kullanılan terimlerde ortaya çıkar ki, yeni bir ilim geliştirdiği iddiasında olan İbn-i Haldun, doğal olarak bazı terimler üretmiş, bazılarına da yeni anlamlar vermiştir. Rosenthal çevirisi bu açılardan metnin orijinaline oldukça yakındır ve “ümran”, “asabiyyet”, “bedevî” gibi terimleri olduğu gibi bırakır. Zeki Velidi Togan, Rosenthal çevirisini “muazzam” diye niteleyerek diğer çevirilerin eksiğini şöyle açıklar:”Eserin Bulak tabı, onun Tunus’ta yazılmış ilk hali idi. Quatremère’nin istifade ettiği nüsha onun biraz sonra Mısır’da iken yazdığı redaksiyonu idi. İstanbul ve Bursa kütüphanelerindeki yazmalar ise eserin en son redaksiyonlarından ibarettir. F. Rosenthal bu nüshalardan kâmilen istifade etmiş. Bir de İbn Haldun’un Suriye Seyahatnamesini ve Kitap al-Muhassal nam eserini görmüş, bu sayede Mukaddime’deki bazı muğlak noktaların doğru izahını yapabilmiştir. Fakat M. Tanci’nin yayınladığı Şifa ül-Mesail’ini maalesef görememiştir.” Rosenthal çevirisi bir çeviri olmanın sınırlarını aşmış, yazmalar arasındaki farklılıkları ve en son redaksiyonları gösterdiği için 1958’den beri yaygın, güvenilir temel referans metni haline gelmiştir.
Mukaddime’nin Türkçe çevirileri

Mukaddime çok sayıda Osmanlı tarihçisi tarafından yararlanılmış bir eser olmasına karşın, yazılışından 500 yıl sonra II. Abdülhamit “serbest görüşlerinden ötürü” kitabın okunmasını ve satılmasını yasakladı. Pîrîzâde’nin yazınladığı ilk çeviriden sonra yeni alfabe ile yapılan ilk çeviri Zakir Kadiri Ugan’ın çevirisi oldu. Bu çeviri Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 3 cilt halinde yayınlandı ve ilk baskısı 1954 ile 1957 arasında, ikinci baskısı 1968-70 yıllarında yapıldı. Eserin ikinci defa Türkçeye çevirisi Turan Dursun tarafından yapıldı. Kitabın ilk cildi Onur Yayınları tarafından 1977’de yayınlandı. 12 Eylül darbesi ve kitabı ilk baskıya hazırlayan İlhan Erdost’un öldürülmesinden dolayı ikinci cildi ancak 1989’da yayınlanabildi. Turan Dursun’un planına göre kitap 4 cilt halinde yayınlanacaktı. Ancak üçüncü kitabın çevirisini yayınevine bıraktıktan bir süre sonra 1992’de silahlı bir saldırı sonucu ölmesi üzerine çeviri yarım kaldı. Daha sonra Sevim Belli Vincent Monteil’in Fransızca çevirisinden ikinci kez Onur Yayınları için çevirdi.

Mukaddime’nin üçüncü çevirisi Süleyman Uludağ tarafından yapıldı. Çeviri, Dergah Yayınları tarafından 2 cilt olarak yayınlandı. Kırbaşoğlu, bu çeviriyi Rosenthal ve Ugan çevirileriyle karşılaştırdı ve çeviriye sert eleştiriler yöneltti. Ayrıca çevirinin önündeki uzun giriş metninin de intihal olduğunu ileri sürdü.

İbn-i Haldun biyografileri
  • Muhammed Abdullah Enan, Ibn Khâldûn His Life and Work, Kashmiri Bazar, Lahor (Hindistan), 1941
  • İbn Khaldun in Egypt: His Public Functions and His Historical Research (1382-1406), University of California Press, Berkeley-Los Angeles 1967
  • İbn Khaldun and Tamerlane: Their Historic Meeting in Damascus 1401 A.D. (803 A.H) İbn-i Haldun’un otobiyografisi üzerine bir çalışma, Los Angeles 1952
  • Süleyman Uludağ, “İbn Haldun”, İA, İstanbul 1999, c. XIX, ss. 538-543
  • Ali Abdulvâhid Vafî, “Temhîd Li’Mukaddimeti İbn Haldun”, Mukaddime içinde, c. I, Daru Nahdati Mısır, yy., ts., ss. 27-50
  • Ümit Hassan, İbn Haldun Metodu ve Siyaset Teorisi, Doğubatı Yay., Ankara 2010
  • Abdurrahman Lakhassi, “İbn Haldun”, İslam Felsefesi Tarihi içinde, edit.: S. Hüseyin Nasr-Oliver Leaman, çev.: Şamil Öçal, Hasan Tuncay Başoğlu, Açılım Kitap, İstanbul 2001, ss. 413-428.
  • Walter Joseph Fischel: Ibn Khaldūn in Egypt. His Public Functions and His Historical Research, 1382-1406. A Study in Islamic Historiography. University of California Press, Berkeley 1967 (Biyografi ve bibliyografya)
  • Muhsin Mahdi: Ibn Khaldûn’s Philosophy of History. A Study in the Philosophic Foundation of the Science of Culture. Allen and Unwin, London 1957, University Press, Chicago 1964, 1971,
İBN-İ HALDUN SÖZLERİ
  • İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur.
  • Her akıl, gücünün yetmediği ve idrak edemediği şeyleri inkar eder.
  • İlim bir kuyu, tartışma ise onun kovası gibidir.
  • Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.
  • Kalpleri müteferrik olanların akılları birleştirilemez.
  • İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür.
  • Coğrafya kederdir.
  • Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.
  • Her şeyi takdir eden Allah’tır ve O’ndan başka Rab yoktur.
  • Akletmek Müslümanlar tarafından terk edildi ve bu yüzden zelil bir hale düştüler.
  • Merhamet, masum olduğu için her kalbe misafir olmaz.
  • Kıtlık zamanlarında insanları açlık değil, alışmış oldukları tokluk öldürür.
  • Adaletsizlik medeniyeti mahveder.
  • Barbarlar savaşla yenip fetheder, medeniyetse sulhla fethedeni fetheder.
  • Mağluplar galipleri taklit ederler.
  • Çünkü insanların, başkalarının mükemmelliğini ve kendilerinden üstün olduklarını kabullenmeleri çok az görülecek bir durumdur.
  • İnsanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür.
  • İlme yasak koyanlar veya insanları yalanla meşgul edenler, aklın ve insanlığın en büyük düşmanlarıdır.
  • Gayri memnunlar medeniyet kuramazlar.
  • Peygamberler bile, başkalarını yenmek için, kendileri gibi düşünen yol arkadaşları bulmak zorundadır.
  • Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler.
  • İnsanların, başkalarının mükemmelliğini ve kendilerinden üstün olduklarını kabullenmeleri çok az görülecek bir durumdur.
  • Zulüm, umranın harap oluşunun habercisidir.
  • Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.
  • Bil ki mantık ilminde esas, ispat etmektir.
  • Öğretmenler, bilim sahibi olma yolunda öğrencilerine kitaplarını ezberletirler. Ancak bilimsel tartışmalarla ve münazaralarla, konuları ve sorunları zihinde yerleştirme suretiyle kestirilebileceğini unuturlar.
  • Durumdan duruma geçişler bütünüdür her şey. Bu değişmeler ve geçişler, kişilerde, sürelerde, kent ve kasabalarda olduğu gibi, tüm evrende, ülkelerde, kıtalarda, zamanlarda ve devletlerde de olur.

 


Kaynak: Vikipedia
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


 

Önceki İçerikBaşlangıç tarihi yıl ortalarında olan sigorta poliçelerinin giderlerini yıllık gelir vergisi beyannamesinde ne kadarını bildireceğim?
Sonraki İçerikMesken kira geliri elde ettiğim gayrimenkulün bir bölümünü Home Office olarak kullanılırsa kiracı gelir vergisi stopajı hesaplamak zorunda mıdır?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz