Kişi 1995 senesinde, 18 yaşında iken, köydeki orman işletme müdürlüğüne götürü olarak ormandan çekilmesi, ağaçların yüklenmesi, v.b. konularda iş yapmıştır. Orman işletme ödeme yaparken makbuzda düzenlenmiştir. Fakat kişide şu an nüshası mevcut değil. Sorum şudur ki; kişinin bu çalışmışlığını ispat edebilirse, SGK yönünden işe başlangıç tarihi olarak sayılabilir mi?
Bu işe ait hizmet tespit yapılmış ve hizmet tespit davası mahkeme ile ispatlanmış ise Kurumun cezalı olarak bu işlemi yapması halinde işe giriş olarak kabul edilecektir.
Hizmet tespiti davalarında zamanaşımı 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 86. maddesinde izah edildiği üzere beş yıl olarak belirtilmiştir. Beş yıllık süre hak düşürücü olmakla beraber kendi içerisinde bazı istisnaları barındırmaktadır.
Burada en önemli husus Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bir süre sınırı bulunmamasıdır.
Eğer ki kişi iş yerinden çıkmışsa ister hizmet tespit davası için geçerli beş yıllık süreyi kaçırmış olsun veya olmasın istediği zaman SGK’ya başvurup hizmet tespitini talep edebilmektedir.
SGK’nın bu durumda yaptığı tespitlere ise kayden tespitler denilmektedir.
SGK Hizmet tespit davası kararına muhatap olan işverenin daha önce bir SGK açılışı yoksa…
SGK Hizmet tespit davası kararına muhatap olan işverenin daha önce bir SGK açılışı yoksa…
Sigorta Hizmet Başlangıç Tarihinin Tespiti Nasıl Yapılır?
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET SALİH AYYILDIZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/397)
Karar Tarihi: 17/11/2014
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan | : | Alparslan ALTAN |
Üyeler | : | Serdar ÖZGÜLDÜR |
Celal Mümtaz AKINCI | ||
Muammer TOPAL | ||
M. Emin KUZ | ||
Raportör Yrd. | : | Gizem Ceren DEMİR KOŞAR |
Başvurucu | : | Mehmet Salih AYYILDIZ |
Vekili | : | Av. Aydın ERDOĞAN |
BAŞVURUNUN KONUSU
Başvurucu, Ankara 3. İş Mahkemesinde açtığı, hizmet tespitine ve işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davaların makul sürede tamamlanmadıklarını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
BAŞVURU SÜRECİ
Başvuru, 31/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/5/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
Adalet Bakanlığı tarafından 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş yazısı 2/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
Olaylar
Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
Başvurucu, 4/1/1999–15/2/2004 tarihleri arasında davalı şirketlere ait çeşitli iş yerlerinde kamyon sürücüsü olarak çalıştığını, hizmet sürelerinin Sosyal Sigortalar Kurumuna eksik bildirildiğini ve işçi alacaklarının eksik ödendiğini belirterek, 14/10/2005 tarihinde Ankara 3. İş Mahkemesinde, Çan Kömür Ofisi Madencilik Enerji ve Taşım. San. Tic. Ltd. Şti., Laçin İnş. Tic. Ltd. Şti., Latur Dış Tic. Ltd. Şti. ve Sosyal Güvenlik Kurumu aleyhine işçi alacaklarının tahsili ve eksik bildirilen hizmetinin tespiti istemiyle dava açmıştır.
Mahkeme 7/2/2007 tarihli ara kararıyla, hizmet tespitine ilişkin davanın mevcut dosya üzerinden yürütülmesine, işçi alacaklarına ilişkin davanın tefrik edilmesine karar vermiş ve işçi alacaklarına ilişkin dava Mahkemenin E.2007/128 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
İşçi alacaklarının tahsiline ilişkin davada Mahkeme, 12/3/2008 tarihli celsede, hizmet tespiti davasının sonucunun beklenmesine karar vermiştir.
Hizmet tespitine ilişkin davada Mahkeme, 27/4/2011 tarih ve E.2005/1280, K.2011/206 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
Davalıların temyizi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 28/2/2013 tarih ve E.2011/13070, K.2013/3581 sayılı ilamıyla, davalı şirketlerden birinin tasfiye halinde olduğu, dolayısıyla bu şirketin tasfiye sürecinin tamamlanıp tamamlanmadığı araştırılarak bu hususa göre tebligat yapılması ve tebliğ tarihinden itibaren temyiz süresinin dolmasının beklenmesinden sonra dosyanın Yargıtaya gönderilmesi gerektiği belirtilerek, dosyanın geri çevrilmesine karar verilmiştir.
Davalı şirketlerden Çan Kömür ve İnşaat Ltd. Şti. vekili 25/5/2013 tarihinde hizmet tespitine ilişkin davaya ilişkin tavzih talebinde bulunmuş, Mahkemenin 30/5/2013 tarihli ek kararı ile talep reddedilmiştir. Daha sonra Mahkeme, 9/6/2014tarihinde tavzih kararı vermiştir.
Tavzih kararı tebliğ aşamasında olup, dosya henüz temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmemiştir.
İşçi alacaklarının tahsiline ilişkin davada ise 10/9/2012 tarihinde, hizmet tespiti davasının temyizden dönmesinin beklenmesine karar verilmiş olup yargılamanın İlk Derece Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmaktadır.
İlgili Hukuk
12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ile 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası ile 7. maddesinin birinci fıkrası ve 15. maddesi, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7. maddesinin birinci fıkrası, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79. maddesinin onuncu fıkrası.
İNCELEME VE GEREKÇE
Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/10/2012 tarih ve 2012/397 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, Ankara 3. İş Mahkemesinde açtığı hizmet tespitine ve işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davaların makul sürede tamamlanmadıklarını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Değerlendirme
Kabul Edilebilirlik Yönünden
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Esas İnceleme
Hizmet Tespiti Davası Yönünden
Başvurucu, 2005 yılında açtığı hizmet tespitine ilişkin davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Adalet Bakanlığı görüşünde, hizmet tespiti davalarının kamu düzeni ile ilgili olduğu ve resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu, hâkimin davayı sonuçlandırmak için her türlü araştırma ve tespiti yapmakla görevli olduğu hususlarının yanı sıra, hizmet tespiti davasının uzamasında taraf teşkilinde yaşanan zorluklar ile tanıkların mahkemenin yargı çevresi dışında dinlenilmesinden kaynaklanan zorlukların etkili olduğu hususları belirtilerek, başvurunun incelenmesinde bu noktaların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, hizmet tespitine ilişkin açılan davada, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 14/10/2005 tarihidir.
Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 86. ve 101. maddeleri gereği hizmet sürelerinin tespitine ilişkin davalar da iş mahkemelerinde görülmektedir.
Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No:2013/4701, 23/1/2014, § 47).
Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, başvurucunun 14/10/2005 tarihinde açtığı davada, ilk derece mahkemesi önündeki yargılamanın, davalı şirketlere yapılan tebligatlar aşamasında ve taraf teşkilinde sorunlar yaşanması, tanık dinlenmesine ilişkin talimatlara cevapların geç gelmesi, dosyanın bilirkişiye geç gönderilmesi ve yaklaşık üç ay aralıklarla duruşma yapılması hususları nedeniyle yaklaşık beş buçuk yıl sürdüğü, temyiz istemi üzerine Yargıtay önünde geçen yaklaşık iki yılık sürenin sonunda ise, dosyanın eksiklik nedeniyle geri çevrilmesine karar verildiği, dava dosyasının geri çevrilme kararından sonra Mahkemece tavzih kararı verildiği, anılan kararın tebliğ aşmasında olduğu ve dosyasının temyiz incelemesi için henüz Yargıtaya gönderilmediği görülmektedir.
Hizmet tespitine ilişkin yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle devletin uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi oluşturma yükümlülüğünü göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/3442, 20/3/2014, §§ 33-55).
Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu hizmet tespiti davası; tebligatlarda ve tanıklara ulaşmada karşılaşılan zorluklar dışında hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Bu kapsamda, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve dokuz yılı aşkın süredir devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
İşçi Alacaklarına İlişkin Dava Yönünden
Başvurucu, 2005 yılında açtığı işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Adalet Bakanlığı görüşünde, hizmet tespiti davalarının kamu düzeni ile ilgili olduğu ve resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu, bu yönüyle işçi alacaklarına ilişkin davalardan ayrıldığı ve bu nedenle Yargıtay içtihatları gereğince hizmet tespiti davaları ile işçi alacaklarına ilişkin davaların birlikte görülmedikleri, somut olayda ilgili Mahkemece bu içtihatlar gereğince dosyaların tefrik edilerek yargılamalarının yapıldığı, işçi alacaklarına ilişkin yargılamanın uzun sürmesinin nedeninin, hizmet tespiti davasının bekletici mesele yapılması olduğunu, Yargıtay içtihatları gereği hizmet tespiti davalarının işçilik alacağı davalarında bekletici mesele yapılması gerektiğinin düşünüldüğü belirtilerek, yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, başvurucu tarafından 14/10/2005 tarihinde Ankara 3. İş Mahkemesinde hizmet tespiti ve işçi alacakların tahsili davasının birlikte açıldığı, Mahkemece 7/2/2007 tarihinde davaların tefrikine karar verildiği, E.2007/128 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine devam edilen işçi alacaklarına ilişkin yargılamada Mahkemenin 12/3/2008 tarihinde, hizmet tespitine ilişkin davanın sonucunun beklenilmesine karar verdiği, hizmet tespitine ilişkin davanın karara bağlanmasından sonra temyiz edilmesi üzerine 10/9/2012 tarihinde dosyanın Yargıtaydan dönmesinin beklenilmesine karar verildiği ve yargılamanın dokuz yılı aşkın bir süredir Ankara 3. İş Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmaktadır.
5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 49-66; B. No: 2013/4701, 23/1/2014, §§ 35-51).
Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu işçi alacağı davası; hizmet tespiti davasının bekletici mesele yapılması dışında, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Hizmet tespiti davalarının işçilik alacaklarına ilişkin davalarda bekletici mesele yapılabileceği düşünülebilirse de, devletin uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi oluşturma yükümlülüğü nazara alındığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve dokuz yılı aşkın süredir devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
Başvurucu, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle 20.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
Başvurucunun tarafı olduğu hizmet tespitine ilişkin olan ve dokuz yılı aşkın süredir devam eden yargılama süreci nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 8.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Başvurucunun tarafı olduğu işçi alacağı davasına ilişkin dokuz yılı aşkın süredir devam eden yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında ve bahse konu iki yargılama sürecinin bir yılı aşkın süre birlikte yürütüldüğü nazara alınarak, başvurucuya net 10.800,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Başvuruya konu yargılamaların dokuz yılı aşkın süredir devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Başvurucunun,
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Başvurucuya, hizmet tespitine ilişkin dava yönünden net 8.650,00 TL, işçi alacaklarının tahsiline ilişkin dava yönünden net 10.800,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
Kararın bir örneğinin ilgili derece Mahkemelerine gönderilmesine,
17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
…
Kaynak: ismmmo,GİB
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.